Dogmus Olmanin Sakincasi Uzerine
Emil Cioran’i tanir misiniz bilmem, Romanyali pessimizmi, supheciligi ve hatta nihilistligi ile unlu bir filozof kendisi. Genelde insanlar Cioran’in karamsarligini cocuklugunda yasadigi kotu deneyimlere baglamaya calisirlar. Mesela 24 yasindayken annesi ona, eger seni dogurduktan sonra bu kadar mutsuz olacagimi bilseydim kurtaj yaptirirdim diye itirafta bulunmus. Ay yazik dediginizi duyar gibiyim, ama Cioran icin bu o kadar da acinacak bir deneyim degil, tam tersine bu varolusumuzun dogasina dair muhtesem bir ipucu: Ben sadece bir kaza kursunuyum, neden asiri ciddiye alayim hayati? Hayda demeyin simdi, ayni Cioran yasamin guzelliginin de tamamen farkinda bir insan, ne de olsa Bach’in muzigini evrenin yaratilisinin bir fiyasko olmadigina karsi en buyuk arguman olarak goruyor. Ee madem guzel buluyor, neden olume, aci cekmeye, yokolusa bu kadar kafayi takmis eserlerinde? Buna cevap vermek kolay degil, ama cevabi Cioran’in gencliginde aramadan once, budizmin de olumun kacinilmazligi ve yasadigimiz hayatin aci cekmekten ibaret oldugunu tekrar ve tekrar soyledigini unutmayin. Buda’nin da mi gencligi kucuk emrah tadinda gecti acaba? Ben Cioran gibi figurleri, bati toplumlarinda yokmus gibi davrandigimiz olum, aci cekme gibi hayatin onemli gerceklerini bize hatirlatmayi gorev edinmis insanlar olarak goruyorum.
‘Dogmus olmanin sakincasi uzerine’ adli kitabi sadece ismiyle bile bir cok insani yaniltiyor. Yoruma acik olmakla birlikte, sanildigi, ya da isminin ima ettigi kadar karamsar bir kitap degil aslinda. yasama karsi acimasiz ve gercekci bir perspektiften bakar bu kitapta Cioran. Kendine karsi da ayni acimasiz gerceklik perspektifinden bakmayi hic ihmal etmedigi gibi. Cikarsamalari artik klise olmus ‘hayat cok kotu ve anlamsiz keske dunyaya gelmeseydim’ karamsarliklarindan cok, hayatin ve insanin ozunde ne oldugunun bilincine varip, cehaletimizin ve kendimizi kandirmalarimizin farkindaligina erisip, hayatin icsel anlamsizligi onunde selam durabilip, yine de kayitsiz bir alcakgonullulukle yasamak uzerinedir. Cioran’in bilgeligi de iste bu kokteylin buruk tadindadir.
kitaptan inciler:
-üretmek kolaydır,zor olan yeteneklerini kullanmaya tenezzül etmemektir.
-film çekiliyor,aynı sahneye bir çok kez yeniden başlanılıyor.yoldan geçenlerden biri,taşralı olduğu belli,çok şaşırıyor:”bundan sonra asla bir daha sinemaya gitmeyeceğim” gizli olanları sezinler gibi olduğumuz ve sırrını yakaladığımız her hangi bir şeye karşı böyle bir tepki gösterebiliriz.bununla birlikte,mucizeyi andıran bir gizemle,doğum doktorları müşterilerine vurulur,mezarcılar çocuk yapar,onulmaz hastalar projeler üretir,şüpheciler de yazarlar hala…
-başkalarının yaptığı şeyi bizim daha iyi yapabileceğimizi düşünürüz hep.bizzat bizim yaptığımız şeyler hakkında ne yazık ki aynı kanıya sahip değiliz.
– sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz?
kendime katlanıyorum.
-herşey uyur istirahate çekilir,hasta bile…ama hastalık tüm geceyi hastanın başında uykusuz geçirir.
-başkalarının her kusuru bende de var,ama yine de onların yaptığı her şey bana tuhaf görünür.
-ölüm karşısında “giz” ile “hiçbir şey” arasında,piramitlerle morg arasında durmaksızın salınıp duruyorum.
-eskiden,bir ölünün önünde sorardım kendi kendime:”bunun doğması neye yaradı?”şimdi, aynı soruyu,her canlıdan önce kendime soruyorum.
-olağanüstü ve hiç-bu iki görüş,belirli bir eyleme ve bu eylemden doğan herşeye,en önce de hayata uyar.
-hiçbir şey yapmıyorum,kabul.ama saatlerin geçtiğini görüyorum-bu,onları harcamaya çalışmaktan iyidir.
-elementler aynı döngüyü yinelemekten yorgun,aynı bileşimlerden bıkkın,ne değişiklik,ne sürpriz…onları bir “oyun” ararken düşünüyorum:hayat,bir konu dışına çıkmaktan,bir anekdottan başka bir şey olmayacaktır…
-canımız istediğinde kendimizi öldürebileceğimizden emin olmadığımız zaman,gelecekten korkarız ancak.
-her düşünce bastırılmış bir duygudan kaynaklanır.
-ne zaman bir hakarete uğrasam,intikam arzusundan kendini tamamen kurtarmak için,kendimi mezarımda sessiz,sakin hayal ettiğim bir zaman oldu.ve hemen yatışıyordum böylece.cesedimizi fazla küçümsemeyelim.fırsat olursa işe yarayabilir.
-bütün görüş noktalarının boşluğunu gören özgürdür ve bütün vargılarını buradan elde eden kurtulmuştur.
-eğer,vaktiyle herhangi biri olmayı öylesine istediysem,bu sadece,bir gün yuste manastırındaki şarlken gibi;”artık hiçbir şey değilim” diyebilme zevki içindi.
-olayların görünüşüyle yetindiğimiz sürece seçim yapar,kesin kararlar veririz,derine dalar dalmaz,artık ne seçim yapabiliriz ne de kesin kararlar alabiliriz,sadece görünüşe üzülürüz…
-pişmanlığın üstünlüğü:yapmadığımız eylemler bizi izlediklerinden ve bizim de onları aralıksız düşündüğümüz için,bilincimizin tek içeriğini oluştururlar.
-bu an,hala elimde,akıp giden öteki,benden kaçan,batıp giden şu öteki.gelecek an ile görüşecek miyim?ona karar veriyorum:orada,bana ait ve henüz uzakta.sabahtan akşama dek, geçmişi üretip durmak!
-her şey olma duygusu ve hiçbir şey olmamanın gerçekliği.
NazIm
ps: Kitabi okuyacaklara bir tavsiye, okurken yaninizda Chopin ve sarabinizi eksik etmeyesiniz 😉
Aklıma Spinoza geldi; gerçi felsefesine pek hakim olmasam da, sanırım o da hayatın anlamsızlığına karşı yapılabilecek en iyi şeyin en azından ‘davranışlarımıza sebep olan şeylerin farkına varmak’ olarak görüyordu. Veya buna benzer bir şey.
Bir de şu söz gözüme çarptı:
-her düşünce bastırılmış bir duygudan kaynaklanır.
Öyleyse, duygu olmazsa, bastırılan duygu da olmaz. Bu olmazsa, ortaya düşünce de çıkmaz. Bu kavrayışlar, budizme doğru gidiyor sanırım. Ama ben şunu kavrayamıyorum; düşünce gerçekten bu kadar mı önemsiz? Ne zaman budizm ile karşılaşsam veya hayatımı o şekilde geçirmeye dair -çok kapılmadan- bir fantezi kursam irkiliyorum çünkü o zaman tüm bu aklımdan geçen düşüncelerden mahrum kalmış olacağım. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Valla Cioran’in o sozunu benim de hosuma gitse de tam olarak neyi kastettigini hicbir zaman anlayamadim. Freudiyen bastirilmis duygular, bilincalti vs. geyigi mi yapiyor, yoksa kortikal sistem limbik sistemin uzerine insa edilmistir mi diyo, yoksa dusunce ureten adam belli dogal duygularini yasamayan adamdir o yuzden aslinda uretilen her dusunce varolusunu bir noktada bastirilmis, tatmin edilmemis bir duyguya borcludur mu deemk istiyor bilemiyorum.
Budizm konusunda cok fazla bilgim yok (arada hakkinda atip tutmayi her ne kadar sevsemde) ama budistlerin dusuncenin onemsiz oldugunu dusundugunu sanmiyorum, tam tersine dusunceyle kendini anlama yoluna cikip daha sonra bu yolculukta sembolik dusunmeyi de geri de birakip kendini gercekte oldugun gibi anlayacaksin. Emin ol nirvana’ya ulasir da sembolik dusunmeyi geride birakirsan, genisleyen vizyonunun yaninda kaybettigin uc-bes kici kirik dusunce umurunda olmaz 🙂