Hayallerin Gücü Adına!
“Secret” adıyla bir film türemişti bir aralar. Hatırlar mısın prenses? Kitabı da vardı hatta. Sır manasında yani. Bize hayatın sırrını açıklıyordu. Evet işte o hiç birşeyi yokken, bir anda holding sahibi olan, bir haftada istediği arabaya kavuşan, dilediği çanta kendine hediye edilen muhteşem insanların sırrını açıklıyoruz. Artık sizde istediğiniz ata, kata, yata sahip olabilir, para içinde yüzebilir, istediğiniz güzeli tavlayabilirsiniz. Bunun için sadece bu sırrı uygulamanız yeterli.
Bilmiyorum izledin mi? Ben sadece ilk 15 dakikasına tahammül edebilmiştim. Gerisini tahmin etmek zor değildi. Az evvel yazdıklarım gibi uzayan bir liste ve başarılarına hayran insanlar topluluğu. Özetle o ulvi, hayatınızı değiştirecek sır şudur; bir şeyi gerçekten istersen olur. Evet bu kadar. Mesela kadın çok pahalı olan bir çanta istiyor. Her gün dükkanın önünden geçerken, çantaya bakıp onun kendinin olduğunu hayal ediyor ve kocası çantayı ona alıyor. İnanılmaz! Sonra adamın biri daha büyük(!) bir ev istiyor. İstediği saray yavrusunun resimlerini duvarına asıyor. Bir yıl sonra gidip evi alıyor. Gerçekten istiyor çünkü. Mucize gerçekleşiyor. Örnekler böyle gidiyor, ev, araba, çanta, para, iş, holding, kariyer falan filan.
Şimdi yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Tüm bu teranelerin altında bir takım bilgi parçacıkları yok değil. Yalnız sorun şu ki tamamen yanlış anlaşılmışlar. Bir güzel aydınlanma ve kişisel gelişim sektörü malzemesi haline gelmişler. Sen o kadar uzak doğu öğretisinin içinde bunu anla; daha büyük ev istersen olur. Afferin çocuğum. Hatırladıkça kızıyorum sanırım. Neyse, benim derdim; o bilgi parçacıklarına bakmak bir miktar aslında.
Einstein’ın bir bildiği varmış ki “Hayalgücü bilmekten önemlidir” demiş. Hayalperest olmak her zaman önemlidir, iyidir, hoştur Prenses. Hayal kurmayı ihmal etmemek gerekir. Üstelik bunların her an gerçekleşme ihtimali de yok değildir. Eğer bir hayali yeterli süre boyunca kurgularsan, hayalin konusunda uzmanlaşırsın. Her detayını düşünebilir, gözünün önünde görebilir ve hatta tadını çıkarabilir olursun. Bu noktada kendini içinde kaybetmez de, aynı zamanda gerçekliğinin de farkında olabilirsen, artık yaptığın şey hayal kurmaktan, zihinde imgeleme çalışması yapmaya dönüşmüştür. Birinin isminin bilimselmiş gibi görünmesinin dışında ne farkı var sor tabii.
Öncelikle beynin sınırsız kapasitesinden bir dem vurmak gerekli. Bu konuda hemfikirizdir sanırım. Sonsuz sayıda görüntüyü, toplayabildiği gibi daha fazlasını yaratabilir de. Bu görüntülerin gerçeklik kısmıyla da pek ilgilenmez üstelik. Morpheus’un anlattığı gibi dış dünyayı sadece 5 duyumuzla algılarız. Duyular dışardan gelen sinyalleri, titreşimleri beyne iletir, beyin de bunları yorumlar. Lakin deneylerle görülmüş ki bir şeyi görmenle, onu hayal etmen arasında beyin açısından bir fark yok. Yani aşık bir adam sevgilisinin fotoğrafına baktığında ya da onu hayal ettiğinde beyin aynı tepkileri veriyor ve ışıldayan yerler aynı oluyor. Diğer taraftan bedenle zihin arasında da entresan bir ilişki var. Biz her ne kadar zihnin bedeni kontrol ettiğini düşünmeye eğilimli olsak da bunun tersi de geçerli. Evet bedensel faaliyetleri beyin yönetiyor ama bedenden gelen sinyaller de beynin şekillenmesini sağlıyor. Yani güçlü egosu sebebiyle omuzları kasılı yürüyen ya da güvensizlik ve korku sebebiyle omuzlar düşmüş, kamburu çıkmış, zor nefes alan insanlar tanımışsındır mutlaka. Bazen böyle sıkıntılı bir durumda, sorunu çözmeye çabalamadan önce, omurganın duruşunu düzeltip omuzları ve boynu gevşetip rahat nefes alınabilir bir pozisyon aldığında, zihin çok daha kolay ve akıcı çalışmaya başlar. Bu her iki yönde çalışan bir mekanızmadır. Başka bir değişle iki ayrı şeyden sözetmiyoruz aslında. Beynin kafatasının içindedir fakat zihin nerededir? Nereye odaklıysan oradadır. O yüzden beden ve zihin bir bütündür, kulağına tersten uzanmayı bırakırsan eğer.. O yüzden meditasyonda hareketsiz duran adamın zihinsel dinginliği bulması ya da zorlu yoga duruşlarının zihinsel dengeye dönüşmesinde garipsenecek birşey yok.
Böyle bir mekanizma sürekli çalışma halindeyken, hayal kurmak da öyle sıradan basit bir eğlence olmamalı sanki. Fakat yine de sonuç için yeterli değil. İmgelemeye geçiş için detaylara ihtiyaç var. Görüntü zihninde oluşurken, tüm duyularında yarattığı titreşimleri algılayacak kadar odaklanman, detaylandırman gerekli. Şöyle ki;
Ben imgeleme çalışmasını ve bunu akrobatların, sporcuların ya da zorlu fiziksel denemelere girişecek (ki bu yapılacak işin zihin açısından da aynı derece de zorlu olduğunu ifade eder) bir çok insanın bu yöntemi kullandığını öğrendiğimde aikido hayatımın başlarındaydım. İlk siyah kemer sınavıma yaklaşık 1 sene zamanım vardı. O süre boyunca sürekli antreman yapmanın yanı sıra en kötü 2-3 günde bir oturur ve buna zaman ayırırdım. Önce sınavda benden istenilecek tekniklerin listesini ezberledim. Sonra ilk sıradan başlayıp, her tekniği, karşıma bir rakip koyarak yaptım. Tamamını aklımda yapmam 45 dakika kadar sürüyordu. Bir teknikte yanlış yaptığımı düşündüğüm zaman durmuyor, geriye bakmıyordum. Hep sonrakine geçerek devam ettim. Terden ellerimin ıslandığını, sıcaktan darlandığımı, su istediğimi, dizlerimin titrediğini ve herşeye rağmen ayakta durduğumu kurguluyordum. Hatta bazen düştüğümü ama aynı hızla kalktığımı ve devam ettiğimi bile senaryoma ekliyordum. Bu 45 dakikalık hayal kurma seansı bittiğinde çoğu zaman gerçekten terlemiş oluyordum. Ve sınav günü geldi çattı. İzleyen iki sensei’nin karşısına çıktığımda dizlerim tam düşündüğüm gibi titriyordu. Sınav bir saat kadar sürdü. Bir ara oksijen beynime gitmeyi bırakmış olacak ki hatırlamıyorum bir kısmını. Daha sonra videoda, son 10 dakika içinde 2 kez düştüğümü ve aynı hızla kalkıp devam ettiğimi izledim. Böylece başarıyla tamamlanan bir sınavın ardından, tekniği deneyimlemiş ve onaylamış oldum. Aslında az yukarıdaki fotoğrafa bir alıcı gözüyle bakarsan herşey ortada. Öncelikle tanıştırayım, arkada sandalyelerde David Sensei ve Ayhan Sensei(kendisi benim hocam olur) oturuyor ve karşımda duran zenci abi de Dwayne Sensei. Evet, dizleri kırık duruyor olmasına rağmen birazcık iri. Bir adama bak, bir bana. İşte bu fotonun çekildiği an tam da benin gözümü karartıp kılıcın üstüne yürüdüğüm andı. Yapılacak tek bir şey kalmıştı; Hayallerin gücü adınaaa! Güüüüüç bende artııııık!
Şimdi şöyle bir düşününce akla şu soru gelebiliyor. Acaba düşeceğimi kurgulamamış olsaydım ne olurdu? Ben düşüp kalkacağımı kurguladığım için düşmüş olabilir miyim? Evet olabilirim. Çünkü bu işin olumsuzluk gibi bir tuzağı da var. Eldeki örneklerden bir tanesinde, topu kum havuzuna atmamaya odaklanan bir golfçünün topunun ısrarla o havuza gitmesi var. Aslında topu havuza atmamayı kurgularken, olumsuza odaklandığı için zihinde sürekli topun havuzda görüntüsü oluşuyor. Bu da durumu tersine çeviriyor. Yapılması gereken ise başarılı bir vuruştan sonra topun deliğe girişini izlemek olabilir mesela. Keza bununla ilgili diğer örnek epey ilginç. 90’lı yıllarda ortalama bir golf oyuncusu olan James Nesmeth, Vietnam’da görev sırasında hapse atılmış. (ne işi vardı kimbilir orada?) 7 yıl boyunca hücrede tek başına yaşamış ve bu sırada aklını koruyabilmek için hergün 18 delikli bir sahada hayal etmiş kendini. Ağaçların ve rüzgarın sesi, çimenin yumuşaklığı, sopanın sertliği, hissi, topun süzülüşü, hepsini tek tek kurgulamış. Her vuruş için itinayla sopa seçmiş boş elleriyle. Serbest kaldığında hemen koşmuş sahaya ve önceki averajından 20 vuruşluk daha iyi bir sonuç elde etmiş. Öyle yazıyor prenses, hiç oynamadım bilmiyorum bunun ne kadar iyi bir şey olduğunu. Ama 7 yıl boyunca eline sopa almadığına göre epey iyi olsa gerek.
İşte böyle detaylandırarak çalıştırdığın zaman zihni, imgelediğin şeyi gerçekten başarılı yaptığında vereceği tepkileri veriyor ve öğreniyor zihin. Kasları kullanmanla, kullandığını hayal etmen arasında pek bir fark olmuyor yani. Daha sonra işi fiziksel hale getirdiğinde, zihin hali hazırda o tepkileri bildiği için gerçekleştirmen kolaylaşıyor. Ama görünen o ki, bu da aynen hergün antremana gitmek gibi üzerinde düşünülmesi geliştirilmesi gereken bir beceri. Yoksa oturduğun yerden, daha büyüğünü isteyip evrene gönderdin diye olmuyor o işler. Evrenin işi gücü yok mu senin evinden, arabandan başka? Bak kızdım yine.
Neyse prenses, gördüğün gibi ben pek işin nöronunda biliminde beyin bilmem nesinde değilim. Buda kardeşimizin dediğini hatırlatarak saray ahalisine selam ederim.
Her neye inanıyorsan
Sadece bilge adam söyledi diye inanma
Eskiden beri hep böyle söylenmiş diye inanma
Başkaları inanıyor diye inanma
Kendin gözlemle, kendin tecrübe et
Ondan sonra inan.
Hayal etmek bende de işe yaradı biliyor musun? Ben de rehberliğe yeni başladım ve gece yatmadan önce kendimi ayasofyayı anlatırken hayal ediyordum. gayet güzel anlatıyordum filan. sabah kalktıgımda da sanki antrenman yapmış gibi gidiyordum işe. Yani başarılı olduğumu hayal edip başarılı oluyorum aslında. Çok doğru bir gözlem yapmışsın kutlarım kardeşim:)
Yazınızı değer verdiğim birden fazla insanla paylaştım.. O kadar yorulmuşum ki tanışlarımın “yeterince istersen olur” inatçılığından.. 18 yaşımda “Martı Jonathan” ile başladı ve hiç çekilmedi yaşamımdan.. En sonunda karar verdim; ben ne istediğimi bilmiyorum.. Sağlık dışında hiçbir şeyi yürekten dileyemiyorum.. Her konuda “Şüphe”ci olunca, hangi oluşumun nasıl sonuç vereceğine dair şiddetli şüphelerim oluyor.. Bu yazı yıllardır yüzergeçer düşüncelerin yerleşmesine yardımcı oldu.. Beden zihin bütünselliğine/etkileşimine özetledi kavramı.. Bu arada Kıvılcım hanıma benzer benim de deneyimlerim oldu.. Üniversitede sınav önceleri tam uyumadan birkaç sayfaya çıkardığım özetlerime bakar, düşler, göz hafızama alır öyle yatardım.. Sabah uyandığımda daha “bilir” uyandığıma ve gece çalıştığıma emindim.. Acaba düşlerimiz kadar rüyalarımızı da biçimleyebilir güçte miyiz :)) Yazıınız için kutlarım; teşekkürler..