Uygarlık dediğin tek dişi kalmış canavar
Selamlar Gençler, burada yavaş yavaş gün geceye dönerken orada gece güne dönüyor…sabahın ve uykunun en derin ve en keyifli saatleridir şu aralar orada…ben de fena sayılmam, biraz burun akıntısı, hafif nezle, hafif öksürük yaşayıp gidiyoruz işte be, daha ne olsun…Vancouverda ilk beş gün hostelde kaldıktan sonra, dün Matt’in evine yerleştim….bugun öğleden sonra Matt ve küçük kızıyla joricho plajlarına gittik…önce yoğun ve güzel bir orman, ardına açıklıkta baya uzun ve büyük bir kumsal…önümde okyanus diyesim geliyor ama okyanus değil, okyanusa bağlanan bir kapalı deniz bizimkisi…ama güzel be…Matt ve kızı denize giriyorlar, ben biraz hasta olduğumdan bünyeyi fazla zorlamayayım diyorum, zaten su da soğukmuş…bulunduğumuz bölgenin adı kitsilano diye geçiyor genel olarak, ubc’nin hemen dibi, vancouver’ın batı tarafı, zengin nezih bölgesi…Matt kitsilano’nun buranın yerli adı olduğunu, şu anda burada hiç yerli kalmadığını, bizim bütün yerlileri öldürdüğümüzü bir tek ismini bıraktığımızı söylüyor…uygarlık işte, bazen barbar olabiliyor…ama aynı uygarlık küçük kızıyla suda oynayan Matt’te de farklı bir formatta…onları izliyorum, çocuklarına hiç aksatmadan özenle vakit ayıran Matt’ı ve Selina’yı izliyorum hayretle…o kadar sevgi dolu ama öte yandan o kadar seviyeli, çocuklarını uygar birer birey olarak yetiştiriyorlar, yalışıklık yok, sevgi var…şimdi bu kitsilano’lu yerli abilerimizin bir zamanlar yaşadığı yerde şimdi çok güzel bir windsurf ve yelkenli kulübü kurmuşlar. Rüzgar zaten güzel esiyor, abiler veriyor kendilerini rüzgara, basıyorlar gaza….katamaranlar, yelkenliler, windsurfler, yatlar…uygarlığın çok değişik formları var be gençlik..bu arada bu yerlileri katledişlerini çok eskilerde falan sanmayısınız, daha anca bir 100 yıl olmuş…inanır mısın gençlik bu British Columbia denen dünya güzeli mekanda 100 yıl öncesine kadar yerlilerden başka kimse yaşamıyormuş…yaw bu yerli mevhumu bize ters geliyor tabi, biz National Geographic gençliğiyiz, biz antropologların tanıklığını biliriz…yerli dedin mi unga bunga ormanın ortasında yam yam gibi dolanan gariban tipler geliyor aklımıza…ilkel falan buluyoruz onları istemeden de olsa, bize öyle aşılanmış, onlar ilkel biz uygar…. kim bilir nasıl adamlardı bu kitsilano yerlileri…hangi dili konuşurlardı, yelkene biner, starbucksda kahve içerler miydi…dönüşte arabanın alarmı çalışmaya başlıyor ve bir türlü durduramıyoruz…bu Matt’in arabası değil, Matt’in arabası yok…o cooperative auto network diye bi oluşuma üye, 500$ kapora, aylık 40$’lık bir üye aidatıyla şehirin değişik yerlerine dağılmış 4500 arabayı önceden rezervasyon yaparak kullanıyor, kullanım başına cüzi bir ücret ödüyor..böylelikle de kendi araba kullanımını minimuma indiriyor, elinin altında bir araba olmadığı için gerekli olmadıkça binmiyor, bol bol toplu taşıma kullanıyor…neyse ki biraz uğraşıdan sonra alarm olayını çözüyoruz. Şehirde hafif bir trafik sorunu var, hele şu aralar olimpiyatlar nedeniyle her yerde inşaatlar var, iki yeni skytrain hattı yapılıyor bazı yollar o sebeple kapalı. Yine de Vancouver’ın ilginç ve sağlam bir ulaşım alt yapısı var. Şehrin içinden otoban geçmeyen nadir dünya şehirlerinden. Onun yerine adamlar çok sayıda çift şeritli parallel cadde yapmışlar, tek bir otoyoldan bütün arabalar gideceğine, herkes keyfine göre bir caddeden gidiyor, yığılmalar şehrin bütün caddelerine dağıtılıyor…