Bir Omur Yetmez
Zaman zaman Tuna’nın “Yazı yazdım prensese, okusana” dürtmeleriyle başladım Prenses’i okumaya. Doğruya doğru! “Aşk” yazısıydı galiba beni arada -son zamanlarda düzenli dediğimiz bir biçimde- sizleri özleten bir duyguyla buraya çeken. Arkası yarınlardan arkası şu an’da olsunlara geldim “Modern zamanlarda “Yolda” olmak ve dönmek” ile. Hele şu “şehrin ortasında ekolojik yaşam!”. Özlemlerimin yazıda vücut bulmuş hallerine daha fazla dayanamayan ben oturdum mektup yazıyorum saatin 3:16’ sında.
Ferzan Özpetek en hakiki düş yoldaşımlarından. Cahil Periler filmini izlediğimde bir daha demiştim, bir daha izleyeyim şu upuzun masayı, tek tek bakayım kahkahalar atan yüzlerin kıvrımlarına, aşk’ın hakikiliğine bakıp, erkek ve kadın bedeninde birbirine geçmişliğini hissedeyim ruhumun, bedenimin en kuytu kıvrımlarında… Bazen hayatta öyle an’lar yaşar, o kadar görkemli duygularla donatıldığınızı hisseder de onu herkese hesapsız sunmak istersiniz ya işte öyle oldu bende. Siz her şeyi paylaşarak çoğaltılacak bir dünyayı o kadar özlerken hayal avcısı hakikat yaratıcısı sizin rehberiniz oluveriyor işte o an. Bu bazen bir şiir, bazen bir kuş sesi, bazen ormanda ağaçların arasından süzülen güneş huzmesi, bazen dolunay bazen de sadece sessizliğin kendisi oluveriyor… Bu bazen’ler aslında hiç bitmiyor; hakiki olan bütün güzellikler ruhumuzun rehberi’dir demek istiyorum sevgili dostlar!
Bir ömür yetmez filmi dostluğun paylaşarak çoğaltan yanına olan inancımı tazeledi; iman tazeliyorum ben bu adamla. Rehberimin, Nazım’ın ekolojik yaşama dair yazısının, Oğuzhan’ın “playing for change” için yazdıklarının bende gelip çattığı yer aynı oluyor; koşulsuz buyur etme! Sanallıkla barışık hayatlarımızda, plazalara tıkılı çalışırken kendimize yabancılaşmamızda, hayatın reklamlarla belirlendiği tek düzelikte küçük dairelerimizde tek kişilik hayatlar hayalleri kurmaya koşullanmamızda aynı şeyin özlemi bir yerde. Kalabalık hayattan kaçacak yeri yaratmanın çabası “yalnızlık” korkusunun ironik bir tezahürü gibi gelmeye başladı artık. İçinden geçtiğimiz tek başınalık özlemi sevgisizliğin sonucu ya da sevgisizlik tek başınalığı yaratıyor ve karabasanımız oluyor. Maddiyatçı yaşamlarımızın doğal sonucu! Bir dönem böyle yaşıyor, bir dönem içinde yüzebileceği “sevgi pınarları” arıyor. Böylesi bir dönemde özlemlerimiz, hayallerimiz “bir arada yaşama” arzusundan besleniyor ve koşulsuz buyur etme “dışarıdan” olanı davetten ziyade her şeyini ortaya sermekle gerçekleşebilecek bir hal oluveriyor. Diğer türlüsü zaten yine “ben”den beslenen maddiyatçı hayatlarımızın aynı tezahürü!
Ruhun panik hallerinden sevinçle paylaşılan, paylaşılması için biriktirilen ya da paylaşıldıkça çoğalan an’lara geçiş ancak hayatını koşulsuzca “buyur”a açmakla oluveriyor. Hayal etmeye başladıkça hayallerin hakikatle buluşuveriyor, hakikat gerçekleştikçe hayaller büyüyüveriyor… Ve hayatta birçok şey “Aşk”la yapılan oluveriyor. Oluveriyor işte hayal ettikçe, buyur ettikçe…
Dostluk ve sevgiyle…
Ayşe Akdeniz