Sekoyalar
Ergen yaştan başlayarak, kabaca bir hesapla 20’lerin ilk yıllarına kadar odamın duvarlarını değişik posterler süslemişti. Önceleri örümcek adam vardı, sonra basketçiler daha fazla yer tutmaya başladı. Lise yıllarındaysa sıkı bir metalci olmuştum. Posterlerin ortak rengi siyahtı. Poster saltanatına son noktayı, daha renkli şeyler koymuştu. Film şeridi gibi değil mi? Bana posterini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Sonrasında ise, yani bugüne kadar, birkaç kanji dışında bembeyazdı duvarlarım. Bugün bir değişiklik yaptım ve şimdi O’na bakarak yazıyorum mektubumu.
Bu abimiz öyle bildiğiniz sahne insanlarından değil. Popçu da değil topçu da değil. Gördüğümden beri aklımı çelmişti zaten. Bir derginin içinde evime gelince duvarımda yerini aldı. Her sabah uyandığımda ona bakmak isteyeceğimi düşündüm. Şu an yaptığım gibi.
Tamam çok uzatmadan açıklayayım, işte yıldızımız. Abimizin adı Sekoya. Evet kendisi bir ağaç. Hemde tam 95 mt boyunda bir ağaç. Üzerinde 7- 8 tırmanıcı, çeşitli yerlerde mola vermişler dinleniyorlar. Herhangi bir ağaç ve dallarına yuva yapmış insan kuşcukları görüntüsü (Ankaralılar için, Atakule 112 mt, diğerleri için 32 katlı herhangi bir bina). Sekoyalar var olan en uzun ağaç türü (116,5mt). Gezegende, yalnızca ABD’de Kaliforniya’nın kuzey kıyısında yaşıyor hala bu abiler. Kıyı şeridinde çeşitli yerlerde varlar ama tek parça ve en büyük sekoya ormanı Humboldt Sekoya Parkı, 4000 hektarlık bir alanı kaplıyor. Boyları 100 mt’nin üzerinde koca bir orman. Park alanı dışında da 45-50 mt olan bir çok sekoya var. Bazıları orman yangınlarından etkilenmiş, bazılarının gövdelerinde içine yirmi kişinin sığabileceği boşluklar oluşmuş. Bir taraftan çok fazla insanın hayatını kazandığı kerestecilik yüzünden küçük bir bölgeye sıkışırken, diğer taraftan harekete geçen insanlar sayesinde tüm bölgedeki keresteciliğin gidişatını değiştirmişler. Hala devam eden mücadelenin ateşli olduğu yıllarda hayatını kaybeden aktivistler olmuş. Bölgenin en büyük kereste şirketi kapanmış ve şimdilerde yeni koruma stratejileri geliştiriliyor. Diğer taraftan sekoyaların da etkileyici stratejileri var. Kabuğunun hemen altında bulunan kambiyum denilen canlı dokuya ışık temas ettiği anda sürgün veriyorlar ve bu sürgünler inanılmaz bir hızla büyüyor. Herhangi bir yerinden kesildiğinde ışıkla buluşan açık yara hemen bir sürgüne dönüşüyor. Daha ilginci, ışığa bu kadar hassas olmalarına rağmen gölgeye de aynı şekilde uyumlular. Bir sekoya onlarca yılı büyük bir sekoyanın gölgesinde uykuda geçirebiliyor. Bir şekilde büyüğün tepesi rüzgarlardan koptuğunda ya da birileri tarafından kesilip gölge etmeyi bıraktığı anda uykudaki küçük, aniden büyümeye başlıyor ve diğerinin yerini alıyor. Yüzyıllarla, katlanarak oluşmuş bir bilgi ve tecrübe hazinesi adeta.
Minicik tohumlarından boylarına, üzerine yaşayan canlılardan tarihlerine kadar onlar hakkında herşey etkileyici. Burada hepsini tek tek yazmaya niyetim yok tabi. Sadece hayal edebilmenizi kolaylaştırmak için şöyle bir değindik aslında. Yeni başlayanlar için son ipucu; hani var ya yüzüklerin efendisinde elflerin üzerinde yaşadıkları mallorn ağaçları. İşte onların gerçeği bunlar. Belkide Ağaçsakal oralarda bir yerlerdedir hala. Braaaouuuumm!!!
Peki hiç hayatında bu kadar büyük ve insan yapımı olmayan, yetişen, oluşan, dünyanın özü ve parçası olan bir şey gördün mü? Ben sık olmasa da dağlarda zaman geçirebilmiş şanslı insanlardanım. Akşam üstü güneş karların üzerinde yansırken, bir kayanın kenarına oturup susarsın ve manzarayı izlersin. Günlük koşuşturmaca manzarasından çok farklı bir manzaradır baktığın. Hayatının her anında, belki de insanın en ayırt edici özelliği sayılan aklı sayesinde yaptığı kocaman binalar, hızlı trenler, devasa gemiler, muhteşem teknolojik arabalar, bambaşka dizaynlarda gitgide küçülüp cebimize giren teknolojilerdir gördüğün. O baktığın şey ne kadar büyük ne kadar inanılmaz olursa olsun bilirsin ki senin gibi bir insan evladı düşünmüş ve yapmıştır onu. Tamam kabul, heyt be biz insanlar neler yapıyoruz diye gururlanmıyorsundur ama tüm bunların içinde kendini algılama biçiminin küçük dağları ve kocaman şehirleri yaratan insan olması da şaşırtıcı değil. O kocaman ağaçları, dağları, organize olup filleri deviren aslanları belgesellerde izlesen de, yüzyüze gelmediğin sürece senin için gerçek değiller. İşte o yüzleşmeyi yaşadığında, dağın yamacında tek başına otururken bunu düşünürsün. Bakarsın ve etrafında senin yaptığın, başardığın hiçbirşey yoktur. Sen daha portakalda vitamin değilken o koca dağlar oradadırlar. Öylece dururlar. Öylesine küçük ve acizsindir onların karşısında. Şehrin sokaklarında dolaşıp hayatını anlamlandırma çaban, orada bir anda tüm anlamını yitirir. Şöyle bir gözünün önüne gelir bir hafta önce başardığın işleri anlatırken beklediğin ilgiyi göremeyince sinirlenişin…
Sonra tabii ki dağları arkanda bırakıp şehrine geri döndüğünde, o muhteşem yapılar bir başka görünecektir gözüne. Ama insan evladı çabuk unutur. Bir zaman sonra ego yine bulur kendini besleyecek bir şeyler. Arada hatırlatmak gerek bazı bilinen şeyleri. Ben son günlerde sabahları uyandığımda o muhteşem sekoya ağacına bakmak için birkaç dakika ayırıyorum. Şöyle bir düşünüyorum gezegenin üstünde yetişmiş, büyümüş, hikayesini tamamlamış ya da hala sürdürmekte olan yaratıklar arasındaki yerimi. Bende rolümü tamamlayıp göçtükten sonra yaşam yerime nasıl bir şey koyacak acaba? Denge ne yönde nasıl bulacak kendini. Bunun sonu ve cevabı yok tabii ki. Tek nokta ise o kocaman döngüdeki süreçlerden biri olmak dışında bir şey olmadığım…
Neyse ki hala bu dünyada boyu 100 metre olan ağaçlar var.
Ou-San
Oguzhan
Diline saglik demek istiyorum. bir manzara ya da doga olayina bakarken ben de tam olarak ayni seyi hissediyorum. Ama simdiye kadar bu hissiyati kelimelere dokmeyi hic becerememistim. ne guzel olmus..Nazim hatirlar. Pamir, Karakurum ve Himalaya silsilesinin kesisip indus nehrinin hepsine meydan okudugu bir nokta var dunya uzerinde. Biz oraya bakarken en yogun hissetmistik sanırsam uzerinde yasadigimiz kutlenin hasmetini ve kendi kucuk onemsiz varligimizi. oyle iste. daglari ihmal etmemek lazima baglayayim ben 🙂