Seyredilesi Filmler
La Fille sur le Pont [Köprüdeki Kız] (1999)
Vanessa Paradis ve Daniel Auteuil başrollerinde oynadıkları, Fransa’da bir köprüde başlayıp İstanbul’da Galata Köprüsü’nün üzerinde biten, Patrice Leconte’nin yönettiği çok keyifli siyah beyaz bir film Köprüdeki Kız. “Köprüler intihar etmek için oldukça kalabalık yerler, mutlaka yanına gelip birşeyler söyleyecek birileri vardır” diyerek hayattan umudunu kesmiş Adele’in yaşamına giren bıçak atıcısı Gabor’un yaşadıkları heyecanlı bir yol hikayesi var karşımızda. Bıçak sırtında yaşanan hayatlarda “her zaman şansın bizim sahip olmadığımız bir şey olduğunu düşünüyoruz” ama aslında şansı yaratan şeyler kendi elimizde düsturu ile ilerleyen filme, Coppola’yı aratmayan kadrajlar, kulakların pasını attıran müzikler, bıçak atma sahnelerinde koltuğuna yapıştıran bir tansiyon, keyifli diyaloglar ve tutkulu bir aşk eşlik ediyor. Vanessa Paradis’in duru güzelliği de film boyunca gözümüzü gönlümüzü açıyor. Kısaca aranası, bulanası, seyredilesi bir film prenses. Trailerını buradan izleyebilirsin.
Micmacs (2009)
Jean-Pierre Jeunet deyince akan sular durulur. Hangimiz Amelie, Delicatessen, Kayıp Çocuklar Kenti ile kendimizden geçmedik? Jeunet hiç sekmeden yine bomba bir filmle devam ediyor seriye. Bir kaza sonucu kafasına kurşun saplanan Bazil’in, bu kurşunu üreten silah tüccarlarından aldığı intikamın hikayesi Micmacs. Zihni Sinir projeleri ile Petit Pierre, insanın boyunu, kilosunu, havada uçan kuşun hızını bile hesaplayabilen Calculette, sakız gibi elastik, her şekle ve kaba girebilen La Môme Caoutchouc ve daha niceleri arada kafası karışan Bazil’e bu serüvende yardımcı olurlar. Ama ne serüven! Birbirinden arıza karakterlerle, akıl fikir almaz buluşlarla, kırk yıl düşünsen aklına gelmeyecek yöntemlerle Kont Monte Kristo’yu mezarında fıldır fıldır hoplattıracak bir intikam. Hayalgücünün sınırlarına yolculuk başlıyor, kemerleri sıkıca bağlayalım prenses. Jeunet’den insanın içini ısıtan tam bir görsel karnaval. Trailerı burada.
The Cove (2009)
The Cove Japonya’da Taiji adlı yerde ki gizli bir koyda, her eylül ayında başlayıp mart’a kadar devam eden, 23.000 tane yunusun öldürülmesine sebep olan katliamı anlatan bir belgesel. Filmin yapımcısı ve bu konuda en önemli aktivistlerden birisi olan Ric O’Barry hepimizin bildiği Flipper dizisindeki yunusun eğitmeni. O zamanlar farkında olmadan gelişmesine yardım ettiği yunus parkı sektörünün şimdi milyar dolarlık bir pazar haline gelmesi, yunusların bu sebeple ne tür işkencelere maruz kaldıklarını ve Japonya’daki bu gizli saklı koyda nasıl katledildiklerini göstermek için çekmiş bu belgeseli. Japonya’da çok uzun süre halk ve devlet baskısı yüzünden gösterime sokulamadı The Cove, oynatmayı kabul eden tek bir sinema salonu oldu ve orda da büyük güvenlik önlemleri ve sinemanın çevresindeki protestolarla kısa bir süre gösterilebildi. 2009’da Oscar alarak daha çok ses getirme şansını elde etti neyse ki. Birçok kişinin iddia ettiğinin aksine belgeselin derdi Japonları kötülemek veya cani ilan etmek değil (zaten çoğunun da zehirli yunus eti yediklerinden haberleri yok). Bu sektörün hayvanlara karşı ne kadar acımasız olduğunu, katliamın nasıl saklanarak yapıldığını göstermek sadece. The Cove fazlasıyla bilgi ve duygusallık dolu prenses, yunuslara bunların yapılmasına istemeden de olsa önayak olmuş bir adamın vicdanını ve inadını dinlemek ise ayrı bir tecrübe.
Filmden birkaç cümle eklemek istiyorum: “Yunus parkının içine girersiniz, müzik çalıyordur, yunuslar zıplıyor ve gülümsüyorlardır. Sorunu farketmek zordur. Ama yunusun yüzündeki gülümseme doğadaki en aldatıcı gülümsemedir. İnsanlara yunusların her zaman mutlu oldukları hissini verir. […] Fakat bir yunus besleme bölümüne gittiğinizde orada şişeler dolusu Maalox ve Tagamet ilaçlarını görürsünüz. Bu ilaçlar yunuslar stresli oldukları ve bunun sonucunda da ülser oldukları için kullanırlar.” Gerisini sana bırakıyoruz prenses.
Moon (2010)
Moon o bildiğimiz bilim kurgu filmlerinden değil. Evet Ay’da geçiyor, evet teknolojik durumlar var. Evet adamın biri tek başına ve evet Hal 9000 iş başında. Ama bu kadar değil, Duncan Jones amca aslında çok farklı bir filmle gelmiş bize. Altmetindeki göndermeler ve ayrıntılar bu tarz filmleri sevenleri yeteri kadar tatmin edecek nitelikte. Filmdeki ismiyle Sam Bell dünyadan yaklaşık 380.000 km uzakta Ay’da 3 sene kalmak için sözleşme imzalamıştır. Amaç dünyaya ihtiyacı olan yakıtın bir kısmını sağlamak için kurulan üsse göz kulak olmak ve cihazlarla ilgilenmektir. Sam orada gerçekten yalnızdır, dünya ile arasında direk temas yoktur ve tek konuştuğu kişi etrafta kablolarıyla dolanan en yakın arkadaşı Gerty’dir. Gerty’e Kevin Spacey sesiyle can vermiş. Gerisini izlemeyenler için anlatmamalıyız. Ama ben filmi izlediğimde klasik Hollywood akımına aklımın ne kadar meyilli olduğunu görüp kendime bir güzel saydırmıştım. Yalnızlığın bize hiç çalışmadığımız yerden soru sorduğu zamanda aklımızın nasıl davranmaya meylettiğine dair güzel bir örnek Moon.
Hazırlayanlar: Çağlar & Nazım
nazım, köprüdeki kızı izledim şimdi. böyle siyah beyaz, teknolojiksiz bi film izlemeyeli uzun zaman olmuş. filmin soundtrack’ini bulamamak ayrı bi üzdü. ama kesinlikle bir pazar gününe cuk oturdu film. sağol tavsiye için.
También la lluvia (Even the Rain) de bu listeye eklenebilir.