Tekne nedir? Ne değildir? 1
Çocukluğumun geçtiği İstanbul’da genel olarak ‘tekne’ diye bildiğim su üzerinde yüzen şeylerin sonrasında taşındığım Akdeniz civarında ‘kayık’ olarak adlandırıldığını öğrendim. Akdeniz insanı su üzerinde yüzen herşeye istisnasız olarak ‘kayık’ diyor. Benim için kayık, kürekle çekilen, kamarasız bir araç iken buranın insanı koca motoryatlardan ufak sandallara kadar herşeye kayık diyor. İlk duyduğumda kulağımı tırmalamıştı ve benim gibi ‘asil!?!’ bir İstanbul’lu için tekneleri gulet, yelkenli, motoryat, gemi, trol, gırgır, gibi sınıflandırarak hitap etmek gerekirdi.
Mesela adam milyonlarca lira verip, üzerine de gene dünyanın parasını harcayıp masraflar yapıp koca bir motoryat almış, sonra sen gel bakir koylarda gözleme satmaya gelen köylü ‘sizin gayık da pek güzelmiş’ de, koskoca motoryatı sandalla aynı mertebeye indir git! Bu anlattığımı birebir yaşamadım ama birçoğu yörük olan Akdeniz insanı için kayık kayıktır. Karşısındakinin nasıl bir kayık içinde ne yaptığı onu pek ilgilendirmez. Dediğim gibi ‘asil’ birisi olarak önceleri bu kayık muhabbettine alışmam biraz zaman aldı ama artık benim için de hepsi kayık. Yüzüyor işte. Motorla, yelkenle ya da kürekle ne fark eder. Hepsi kayık işte.
Türkmence’den Azerice’ye, Tatarca’dan eski Türkçe’ye kadar birçok dilde kayık kelimesi var. Genel olarak kürekle çekilen tekne olarak bilinse de kelimenin kökeni itibariyle kullanımı oldukça geniş. Ben ağzımın daha alışık olduğu üzere ‘tekne’ demeyi bu yazı içerisinde tercih etmekle beraber yukarıdaki sarkastik durumlar ve onun getirdiği umursamazlığı pek bi seviyorum.
Sarayından pek çıkmadığını tahmin ediyorum, Prenses. Hiç deniz görüp görmediğini, hayallerinde denizin ve deniz ile ilgili şeylerin bir yer tutup tutmadığını bilemiyorum. Ama illa ki hikayelerden, resimlerden herkesin deniz ve üzerindekilerle ilgili iyi kötü bir fikri vardır…
Seyir halinde bir tekne gördüğünde ya da biri bir şey anlatırken deniz/tekne temalı göndermeler kullandığında ne hissedersin? Deniz üzerindeyken ne hissedersin? Yolcuysan farklı, kaptan ya da mürettebatın bir parçasıysan farklı hissedersin muhtemelen. Ben tekne gördüğümde suyun üzerindeki duruşuna, nasıl gittiğine bakıp kendimce yanlışları doğruları görmeye çalışırken, bir başkası gökyüzünün rengi ile olan uyumunu, yalnız kalma duygusunu, özgürlük kıpraşımlarını beyninde hissedebilir. Adı kayık olsun tekne olsun, bakış açısına göre de teknenin sana verdiği keyif de eziyet de ayrıdır. Değişmeyen tek gerçeklik ise su üzerinde yüzen herşeyin tanımı, kuralı, adabı karadan çok farklıdır. Kendisine göre apayrı bir ritmi vardır.
Malzemesi (ahşap, çelik, plastik, çimento), yaşı, durumu ne olursa olsun, gideceğin mesafe 100 metre ya da 100 mil olsun, denizde uyulması gereken kurallar vardır. Bu kurallar kişilere göre değişiklik göstermekle beraber benim öğrendiğim en önemli 2 kural var paylaşmak istediğim. Kural 1) Akıl vermeden önce iyi düşün! Kural 2) Herkes kendi teknesinin kaptanıdır ve teknenin sorumluluğu kaptana aittir. Tekneyi tekne yapan ve onu suda yüzdüren en önemli ögelerden biri budur.
Muhtemelen duymuşsundur ‘kaptanın sözü emirdir’ diye. Emir verildikten sonra tartışıl(a)maz, sorgul(a)namaz. Ne deniyorsa tartışmasız yapılır. Özellikle bu mektupları okuyanların ve yazanların (kendim de dahil olmak üzere) hiyerarşiyle, emir alıp vermekle sorunları olduğunu düşünüyorum; ama gerçek şu ki, bu, tekne üzerindeki hiyerarşi gerçeğini değiştirmiyor! Amacım denizi ve denizciliği sevdirmek olduğundan şimdilik bu hiyerarşi konusunu başka bi yazıya bırakıp işin keyifli taraflarına doğru rotamı değiştiriyorum.
Bu yazı dizisindeki asıl amaç, teknede yaşamayı veya tekne ile birşeyler yapmayı isteyip de nereden başlayacaklarını bilemeyenlere bir başlangıç noktası oluşturmaya çalışmak. Yaklaşık bir yıldır başlayamadığım ve bu kadar geciktirdiğim bu yazının başlangıç noktası ise işin en zor kısmı. Bir hayaliniz varsa bozmak ya da hayal kırıklığına uğratmak istemem. Aşırı örneklerle kimsenin yanlış yönlere gitmesini de istemem. İnsan aklının zenginliği gibi teknede yaşamak isteyenler için bu bir başlangıç noktası ve devamı da sayamayacağım kadar çok çeşitlilik içeriyor.
Amaç sadece denizi ve denizciliği sevdirmek değil, bir yandan da deniz ve denizcilikle ilgili olumlu/olumsuz önyargıları kırmak. Dışarıdan bakanın bakışına göre denizcilik ‘zengin’ işi de olabiliyor, balıkçılar gibisi için ekmek kapısı da. Kendinizi resmin neresine koyacağınız sizin maddi durumunuza ya da tekne sahibi arkadaşınızla olan samimiyetinize göre değişir. Mutlu olmak tamamen sizin hedeflerinizle alakalı.
Türkiye’nin sayılı zenginlerinden Rahmi Koç’un kendi tersanesinde yaptırdığı, sekiz kişilik mürettebatı ile yaptığı dünya turu da bir denizcilik örneği, yediğinden içtiğinden arttırıp yıllarca para biriktirip, teknesinin her işini kendisi yapıp hiç bir güvencesi olmadan dünyayı dolaşanlarınki de bir denizcilik örneği. Bu yüzden bir sonraki yazı binbir çeşit denizciler üzerine olacak…
harikasin Deniz…
Penceremden bi marinaya bi kanallara bakiyorum, onlarca kayik geciyo her dakika. Amsterdam’a turist olarak ya da GP gemilerinde gonullu calismaya gelirken her daim suyun ustunden gezerdim sehri. Tasindigimdan beri bir yada iki kere, genellikle de turist arkadaslarimi, ailemi gezdirirken bindim kayiklara. Halbuki Amsterdam’in suya yansimasi pek bi guzeldir. Kanallar sig ve kopruler alcak oldugu icin fazla buyuk kayik da olmaz burda – hepsi bir sekil kayiktir iste. Gunes cikti mi, herkes atlar kayiklarina suda salinir. Milli bayramlari olan Kralice’nin Dogumgununu ve Gay Pride’i sokaklarda parti yaparak kutlayan Amsterdam’lilar sehirce botlara ve kayiklara atlar her sene en az iki defa.
Ama belki de isin en buyulu yani surekli olarak suyun yuksekligini ayarlamak uzere yapilmis ve ortacagdan beri ayni sekilde, ayni kurallarla organize edilen mekanizmalarin surekli acilip kapandigini gormek.
Kayiklar guzeldir yani… Denizde olsun, sehrin icinde olsun.
Yazinin devamini bekliyorum :)))
Bravo Deniz,
Çok güzel bir yazı ve çok doğru bir amaç, üç tarafı denizlerle kaplı ve dört ayrı denize sahip biz türkler daha yeni yeni alışmaya başlıyoruz güzelim denizlerimize, onları koruyup kollamayı da öğrenmeye başladığımız gibi. Ancak birilerinin yol göstermesi, cesaretlendirmesi ve sevdirmesi gerekli elbette.. Bu konularda emek veren herkesle, Akdeniz, Atlantik ve Pasifik okyanusları geçişlerimdeki tecrübelerimi paylaşabilirim. Güzel yazılarınızın devamı temennisiyle..Sağlıcakla ve hoşçakalın.
Arslan Türkoğul
süper yazı…
rahmi koç’la karşılaşıp ”- Kayık (!) güzelmiş” demek istedim :)))))
Merhaba, bu yazıyı iyi ki daha fazla geciktirmemişsin. Çok güzel olmuş.
Serinin devamını merakla bekliyorum.
Sevgiler 🙂
merhaba deniz,
yazın bana çok iyi hissettirdi gerçekten. 80 lerde büyükçekmecede deniz ile haşır neşirolmaya, ilk kayığımı aldıktan sonra kayıkhanede bol bol vakit geçirmeye başladım. “kayık” kelimesi balıkçı camiasında anlattığın gibi yüzen hemen herşeye deniyor. yazlıkçılıktan da çıkıpsürekli çekmeceli olduktan sonra kayık lafına ağzımın iyice alıştığını farkettim. 9 m kamaralıı bir teknem vardı ama benim için aynakıç bir kayııktı o. yelkenli kayıklar var bir de :)). ben çok benimsedim çok sevdim gerçekten bu kayık kelimesini. yakınlarda yine bir kayık aldım kendime. kayıkçıyım ben 🙂
sevgiyle kal
Yazıyı okuyunca benim de bir kayık alasım geldi:) Yani param olsa alırdım, ya da Rahmi Koç’tan mı istesem, kendi kayığı gibi bişeyler bana da mı alsa? Bilemedim… yazı güzel…
Hatırla ey çocuk,sana belki de ortaokuldan beri “YAZ” derdim.”YAZ”. Güneş’e de söylerdim ya…Afferin be. Beceriveriyon bu işi.Devam oglusu devam.
Bu arada okumakta geciktiğim için kusura kalma.Ha az sonra derken bu günü buldum.
Denizi seviyorum ama denizcilik konusunda hem bilgiye hem desteğe ihtiyacım var. Bu sebeple hasretle bekliyorum yazılarınızın devamını. O apayrı ritmi anlamaya hepimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Ukalalık etmeden kelebekler vadisinde biz ona ”VADI METRONOMU” derdik ve birkaç gün içinde ayarı ancak bulurduk şehirden sonra. Yazılarınızın metronomu da bir başka. TEKNE ya da DENİZ METRONOMU belli ki…