Norveç’deki Katliamın Sorumlusu Kim?
Norveç kana bulandı. Parlemento binasının önünde patlayan bomba ve Utøya adasındaki işçi partisi çocuk kampına yapılan saldırı 92 kisinin yaşamına maloldu. Aşırı dinci ve faşist Anders Behring Breivik saldırının faili olarak göz altında. Anders Behring için ne hissetmeliyiz? Nefret, açıma, tüm kalbimizle en açılı şekilde cezalandırılmasını arzulamak mi, yoksa öfke, olayları önceden öngörüp engeleyemedigimiz için pişmanlık, empati, merhamet mi? Çoğu insan için ilk baştaki duygular geçerli olacaktır muhtemelen, düşün ki bu insan çaresiz durumdaki çocukları hiç acımadan hedef almış, bu eylemi aylar öncesinden planlamış, eylem sırasında gayet soğukkanlı bir biçimde planlarını gerçekleştirmiş, hiç bir noktada kontrolünü kaybetmemiş, eylemini tamamladığında polise gayet güzel teslim olmuş. Ama ikinci kanatta olan insanlar da yok değil. Mesela Meren olaylarda bir yakınını kaybeden lifeturn nicknameli bir Norveçlinin hissetiklerini paylaşmış. Bu yorumu yazan Norveçli, Anders Behring’den çok, onu bunu yapmaya iten dış etmenleri olaylardan sorumlu tutuyor. Anders Behring ne kadar aşağılık birisi olursa olsun ondan nefret edemem, çünkü bizim yarattığımız bir aşağılık herif diyor. Onun yaptıkları için biz sorumluyuz diyor. Oldukça farklı bir yaklaşım, Norveç’teki diğer insanların düşüncelerine ne kadar genellenebilir tabi bilemiyorum.
Hangi durumlarda insanları yaptıkları şeylerden dolayı sorumlu tutarız/tutmalıyız/tutabiliriz? Mesela eve gelip çok değer verdiğiniz annenizden yadigar bir vazonun paramparça yerde yatıyor olduğunu gördüğünüzde muhtemelen öfkelinirsiniz ve bundan kimin sorumlu olduğunu ararsınız. Ama sorumlu olan şeyi bulduğunuzda, bulduğunuz şeye göre vereceğiniz tepkiler değişir. Misal açık bıraktığınız bir pencereden esen rüzgar devirdiyse, rüzgarı değil kendinizi sorumlu tutarsınız, sakar kediniz devirdiyse kedinize kızabilir öfkelenebilrisiniz ama ona gücenmezsiniz veya ondan nefret etmezsiniz. Kedidir ne yapsa yeridir sonuçta. Oysa evinize gelen art niyetli bir misafirin bilerek kırdığını öğrenirseniz vereceğiniz tepkiler çok çok başka olur. Felsefeci Strawson insanların sadece diğer insanlara uyguladığı müteşekür olma, bir haksızlıktan dolayı öfkelenme, alınma, sevgi, saygı ve affetme gibi tavırlarına reaktif tavırlar (reactive attitudes) demiş. Her toplumda insanlar birbirlerinin davranışları hakkında sürekli konuşur ve onları sürekli bir değerlendirme süzgecinden geçirir. Bu değerlendirmeler kültürel bir süzgeçten geçirilip duruma uygun reaktif tavırlara dönüşür. Hepimiz bu değerlendirmeleri, yani başka insanların bizim hakkımızda ne düşündüğünü ne dediğini acayip önemseriz, hatta çoğumuz hayatını başka insanların nasıl düşündüğü/nasıl düşüneceği üzerinden yaşar ve davranışlarını başka insanların ne diyeceği üzerine kurgular. Kısacası, oldukça içimize yerleşmiş, kolay kolay silkip atamayacağımız bir parçamız reaktif tavırlar.
Reaktif tavırları yanlızca kendimiz gibi kişilere uyguluyor olmamız insan ilişkilerinin doğası hakkında çok önemli bir şeye işaret ediyor: Başka kişilere ve bireylere karşı belirgin özel bir perspektif alıyoruz. Başka şahıslara duygusal olarak müdahil oluyoruz ister istemez. Daha önce tranvay problemleri ekseninde bahsetmiştim, işin içinde bir insan oldu mu iş çok başka beyin için, ah insula yaktın bizi. Oysa kişi olmayan kedi, rüzgar gibi şeylere karşı çok daha objektif bir perspektiften bakabiliyoruz. Kişi olmayan şeyleri kullanılacak, faydalanılacak, manipule edilecek bir obje gibi görüp, çok daha duygulardan arınmış bir tavır geliştirebiliyoruz. İnsula rahat durdu mu, frontal loblar takır takır çalışıyor.
Buradan baktığımızda reaktif tavır almaya aday birisi aynı zamanda ahlaki olarak sorumlu tutulabilir diyebiliriz. Yani reaktif tavır almaya değer gördüğünüz bir kişiyi, yaptığı davranışlardan dolayı yerine göre kınayabilir yerine göre övebilirsiniz. Bu reaktif tavır alabileceğiniz birisini her hareketi için suçlamak veya övmek lazım demek değil. Bazı koşullar reaktif tavır almanızı haksız kılabilir. Bu koşullardan önemli iki tanesi bilgi eksikliği ve dış güçler. Arabanızla park ettiğiniz yerden çıkarkan arka tekerliğin önüne uzanmış siesta yapan bir kediciği ezerseniz, bundan sorumlu tutulamazsınız çünkü orda bir kedi olduğunu bilmiyordunuz. Üzerinize etkiyen dış güçler biraz daha karmaşık ve duruma göre değişiyor. Ama kabaca bir iki örnek vermek gerekirse hipnoz altında yapılan davranışlar, beyin yıkaması sonucu yapılan davranışlar, impulsive davranışlar vesaire.
Anders Behring gibi 92 kişiyi öldüren birisi reaktif tavır almaya değer bir kişi mi? Daha önce faydacılıktan (uteliterianism) bahsetmiştim. Faydacılar bir davranışın sonuçlarına bakmak lazım der. Burada alenen çoğunluğu çocuk olmak üzere 92 kisi olmuş, çok vahim sonuç, her türlü reaktif tavır müstehaktır, asın gitsin bu ucubeyi! Hepimizin faydacı bir yanı var elbet, ve hepimizin içinden bir ses bunu haykırmak istiyordur muhtemelen. Ama bu faydacı sesimizi bastıralım derim, çünkü olayın özünü ıskalayan bir yaklaşım bu. Misal Rwanda’da çocuk askerler bir sürü kişiyi öldürmüştü, ama yaptıklarından dolayı sonuçları ne olursa olsun onları sorumlu tutamayız, çünkü beyni yıkanmış küçük çocuklardı onlar, reaktif tavır alabileceğimiz sorumluluk sahibi kişiler değildiler. Anders Behring’i sorumlu tutup tutamayacağımızı anlamak için “sorumluluk sahibi” ne demek asıl ona bakmamız lazım.
Yıllarca felsefeciler sorumlu olmayı özgür irade sahibi olmakla açıkladılar. Başka türlü davranabilecekken, bu şekilde davranmayı mevcut durum hakkında yeterince bilgi sahibi olarak, dış bir gücün etkisinde olmadan özgür iradenle seçmişsen yaptığın şeyden sorumlusun demektir. Özgür iradeyle işin içinden çıkmak güzel de, bütün canlı ve cansız nesnelerin neden sonuç ilişkilerine tabi olduğu dünyada özgür irade nasıl mümkün olabiliyor onu açıklayabilen bir babayiğit çıkmadı ve pek bir yere varamayan determinizm(herşeyin ne olacağı belirlidir’ciler)-özgür irade tartışmaları yıllardır süregidiyor. Özgür iradeyi anmışken, Nietzsche’ye bir selam çakmamak ayıp olur. Nietzsche özgür irade fikrinin insanların ürettiği en absürd fikirlerden biri olduğunu savunur. Asıl olay özgür irade fikri ile dayatılan sorumlulukla toplumun kurallarına uymadığında cezalandırılmanı haklı çıkarmak der. Sana özgür olduğun fikri ile dayatılan bu sorumluk, seni aslında toplumun kölesi yapıyor, itaat etmeye zorluyor.
Strawson’in reaktif tavırlar kavramı determinizm-özgür irade açmazından sıyrılıp daha işe yarar bir yöne bakmamızı sağlıyor. Dünya deterministik olsa da olmasa da Mehmet efendi senin bir davranışından dolayı alındıysa, seni sorumluluk sahibi bir kişi olarak görüyor ve ona göre de tavrını koyuyor demektir. “Ben etmedim neden-sonuç ilişkileri etti Memet emmi” demek de pek sökmez herhalde. Belki de asıl bakmamız gereken yön insanlar arası sosyal ilişkiler ve bu ilişkiler yumağı içinde “sorumluluk sahibi kişi”, ya da birey ne demek onu anlamak. Az önce dedik misal çocukları sorumlu tutmuyoruz, çok yaşlı insanları da bazı davranışları için sorumlu tutmuyoruz, ya da zihinsel bir rahatsızlığı olanları da.
Sorumlu tuttuğumuz insanların ortak noktası sosyal bir birliktelik içine girebildiğimiz, yani muhabet edebildiğimiz, birşeyler paylaşabildiğimiz, aramızdaki sorunları tatsızlıkları çözümleyebildiğimiz, duygusal bir bağ kurabildiğimiz insanlar. Yani sosyalleşmesini belli ölçüde tamamlamış insanlar. Sosyalleşme doğası gereği davranışlarımıza bir sınırlama getiriyor(Nietzsche haklı beyler), bir çocuk her istediği olsun ister, olmadığında ağlar ortalığı birbirine katar, başka insanların başka perspektifleri, başka öncelikleri, başka zevkleri olabileceğini anlaması, birlikte yaşamak istiyorsa onların zevklerine, değerlerine, duygularına ve düşüncelerine de saygılı ve hoşgörülü olması gerektiğini anlaması zaman alır.
Neyse ki oldukça sosyal varlıklarız, daha doğar doğmaz başkalarına ilgimiz başlıyor ve onlardan önce konuşmayı ardına dil sayesinde içine doğduğumuz toplumun sosyal kurallarını hızla öğreniyoruz. Bu sürede en büyük yardımcımız naive psychology (folk psychology de deniyor) yani naif psikoloji diye çevirebilebileceğimiz başka insanların davranışlarını düşündükleri, inandıkları, istedikleri, korkuları, umutları gibi şeyler üzerinden açıklama. Mesela, Ali Ayşe’ye kızgın çünkü Ali, Ayşe ile aralarından bir şeyler olabileceğini umuyordu, Ayşe de sanki ilk başta bir şeyler olmasını istiyor gibiydi, ama sonra arkadaşlarının Ali gibi bir çapulsuzla birlikte olursa hakkında ne düşüneceğinden korkup aralarındaki ilişkiyi bitirdi, Ali de haliyle hayal kırıklığına uğradı. Çok küçük yaşlardan itibaren bunlarla büyüyoruz, her gün çevremizdeki insanların anlam veremediğimiz davranışlarını bu tip açıklamalarla anlamlandırmaya çalışıyoruz, özellikle de arkadaş sohbetlerinde. (Kadınlar bu konuda beş adım önde beyler)
Naif psikojik açıklamalar insanların davranışlarını anlamlandırmanın yanında bizleri nedenlere duyarlı birer sosyal birey haline getiriyor. Bir toplum içinde hangi davranışlar hangi koşullarda mümkün olabildiğini bu naif psikojik açıklamalar sayesinde öğreniyoruz. Bir arkadaşımız naif psikolojik nedenlerle bizi ikna ettiği zaman fikrimizi veya davranışlarımızı değiştirebiliyoruz. Kendi davranışlarımızı da birisi sorduğu zaman bu tip naif psikolojik nedenlerle rasyonalize edebiliyoruz. Bu şekilde toplum içinde sosyal bağlar kurabiliyor, ortaya çıkan sorunları ve tatsızlıkları konuşarak çözümleyebiliyoruz. Naif psikojik nedenlere duyarlı olmak sosyal bir birey olmanın ön koşulu.
Anders Behring nedenlere duyarlı bir birey mi? Ne yazık ki değil. Başka insanlara açı çektirmenin sosyal yaşamın kuralları içerisinde kabul edilemez olduğunu hemen hemen herkes bilir. Anders Behring’in de bunu bildiğinden hiç şüphem yok. Behring’te eksik olan bu nedeni bilmemesi değil, bu nedene karşı bir duyarlılık hissetmemesi. Insulasının amygdalasının bu nedene hiçbir tepki vermemesi, bu nedene uygun hareket etmek için hiçbir motivasyonun olmaması sorun. Anders Behring gibi kişiler genellikle sosyopat olarak nitelendirilir. Sosyopatlar yapay bir cazibeye sahip, suçluluk duygusu hissetmeyen, genel olarak duyguları sığ, empati yoksunu narsisistik kişilikler. Bu kişiler genel olarak sorumsuz, impulsif ve davranış kontrolü zayıf oluyor. Bu tip insanların çok zeki olduklarına yönelik bir şehir efsanesi varsa da aslı yok. Kimisi zeki, kimisi ortalama bir zekaya sahip.
Asıl ayırt edici yanları uzun süreli insan ilişkileri kuramamaları ve genellikle anti-sosyal yani toplum tarafından kabul edilmeyen davranışlara yönelmeleri. Problemlerinin temeli ise doğuştan gelen duygusal bozuklukları. Phieneas Gage‘i ve duyguların sosyal durumlara uygun karar almadaki rolünü hatırlarsın prenses. Düşün ki duyguların körelmiş, başka insanların duygularına dair hiç bir şey hissetmiyorsun. Dünyanın sesi kısılmış gibi, tüm renkler gitmiş siyah beyaz olmuş, bir sürü davranışı nedeni sonucu görüyorsun, ama anlamlandıramıyorsun. İnsanlarla konuşuyorsun ama hiçbirinin duygusal bir değeri yok, hepsi gelip geçici herhangi bir eşyadan farksız. Anders Behring böyle bir dünyada yaşıyor.
Belki Norveç’teki olaylardan önce Anders Behring’le tanışsan, yapay cazibesinin arkasında onunla sosyal bir ilişki kuramayacağını, bir şeylerin yerinde olmadığını anlardın. Anders Behring hiç bir şey yapmamış olsaydı da muhabbet edebileceğin, birşeyler paylaşabileceğin, duygusal bir bağ kurabileceğin birisi değildi. Hiçbir zaman da olmadı, ne senle ne de bir başkasıyla. Zaten o yüzden normal insanların duygusal yollarla edindiği ilgiyi, antisosyal davranışlarla edinmeye çalıştı. Onunla tanışsan, Anders Behring’e reaktif bir tavır almanın ne kadar anlamsız olduğunu eminim anlardın prenses. 3 Hürel’den gelsin o zaman, değmez, sana değmez…
Bu varliga dair ‘ne hissetmemiz gerektigini’ degil de, neden varoldugunu, neden bu sekilde-bu yerden patladigini dusunmek gerek.
Milliyetcilik oldurur.
Avrupa’da yukselen asiri sag da ilk olmasa da en buyuk cinayetine imza atti. Gerisi de gelecek. Simdi bir de onlara oy verenlere donup sormak gerekiyor, begendiler mi yaptiklarini?
lan yazacaksan sözlükte yazsana. gelmiş hit peşinde koşuyorsun.
@Hans: Derdim hit pesinde kosmak degil prensesin yeterince hiti var zaten, derdim onemli oldugunu dusundugum yazilarin daha cok insana ulasmasi. Aciklama yaparak baska kaynaklara link vermek sozluk kurallarina aykiri degil, gelip bana sozluk mucahitligi yapma komik kaciyor. Bir derdin varsa sozluk moderatorlerine sikayet edersin buraya gelip yorum yazacagina
hans aynen norveçteki lavuk gibi davranıyor 🙂 Nasılda sözlüğü özümsemiş, sahipleniyor orada değilde burada yazıyorsun diye kendi kendine muhafızlık vs. yapıyor. Biri bu lavuğa gaz verse topumuzu kurşuna dizer 🙂 Reklam yapıyorsa bunu sözlükte görecli olana şikayet edersin olur biter işte bu kadar basit. Ne kadar zahmet etmiş maldonoz gelmiş bir de yorum yazmış 😀
Diyeceğim o ki; “Değmez sana değmez” de, zaten hangi faşist katile “değer” ki? Ev basıp telle adam boğanlara “değer” mi mesela? Tek tek kapı işaretleyip koca bir şehri baltalarla doğrayanlara “değer” mi? Dört duvar arasına kıstırdıklarını “Yakıng lan yakıng, cehennem ateşi bu” diye böğürerek yakanlara “değer” mi? Kaç insanı gözünü kırpmadan öldürüp ardından “Ben İsa Mesih’im” diyenlere? Hiçbirine değmez ki… Ama “değmez” diyerek de nihilizme düşülmemeli, faşistlerle ve faşizmle mücadele onlara “değmez” diye değil, insana “değer” diye yapılıyor…
Bolca selam…
@Umut: Fasistten fasiste fark simdi Umut diye komik bir sekilde girmek istiyorum olaya. Hic birine degmez tabi, ama benim yazi da vurgulamaya calistigim degmez noktasi biraz daha farkliydi. Adamin sosyopat oldugu varsayimi uzerinden, bu adamin zaten bir duygusal rahatsizligi var, empati kuramiyor, sucluluk duygusu utanma hissedemiyor (fizyolojik olarak yani piskinliginden degil), insanlarla duygusal iliski kuramiyor. Bu sebeplen reaktif tavir alinabilecek biri degil, aday bile degil. Senin verdigin ornekte ki insanlar dikkat edersen kitle histerisi ile, suru gudusu ile, bir gruba ait olup o grubun degerleri ile hareket etmek icin, belli bir ideolojik sebeple hareket etmis veya ettirilmis insanlar. Kimisi sosyopat ozellikler gosteriyor olabilir, duruma bakip bir sey soylemek lazim, ama belli bir sosyal kitleye dahil, o kitlenin gorusleri ekseninde hareket eden insan bastan sosyopatlik tanimindan cikiyor zaten. Orada sorumluk ikiye bolunuyor hem grubun ve ideolojinin sorumlulugu hem de akli ve duygusal durumu yerinde olan bireyin sorumlulugu. Yani onlara deger reaktif tavir almak.
Hic bir sosyal gruba bagli olmadan tek basina hareket eden ve normal bir insanin kanini donduracak bir olcekte siddeti soguk kanlilikla rahatlikla yapabilen kisinin durumu biraz farkli. Misal dusun ki askerler ne kadar uzun sureli egitimden sartlandirmadan geciyorlar savas alaninda cozutmadan emirlere uyabilsinler diye,bu konuda hic bir egitim almamis normal bir insan icin hic kolay is degil baska insanlara siddet uygulamak, bundan hic sucluluk duymamak. Yani Anders Behring’in hakkinda biraz zaman gostericek, sanki arkasinda bir ideoloji varmis gibi duruyor (ki olabilir de ve uzun sureli sosyal baglari falan varsa o zaman isler degisir), ama cogunlukla sosyopatlar ideolojik bir kulp bulurlar zaten. Hele ki zeki olanlari, misal unabomber da sosyopat bir profil sergiliyor, hatta tam ispatlanmamis bir teoriye gore californiyada ogrenciyken de seri katilmis ama bu sefer parklarda ki ciftleri zevk icin olduruyormus. Daha sonra Montanaya tasininca ideolojik bir kilif bulmus. Ne kadar dogru tabi bilemiyorum ama gayet olabilir.
Ama mucadele insan icin yapiliyor temenine sonuna kadar katiliyorum, kisiye reaktif tavir alamayacagimiz durumlarda o mucadeleden odun vermemiz gerekli demek degil. Misal, Ogun Samast’a reaktif tavir alamam, o sadece piyon bir cocuk, ama Samastlari yetistiren ve ortaliga salan ideoloji her turlu sorumlugu hak ediyor, ve o kafayla sonuna kadar mucadele etmek sart.
Bence kisiye verilmesi gereken hukuki cezalarla bizim duygularimizi bu sekilde karistirmak cok da faydali birsey degil.
Sanirim yazilan yorumlarin bi kismi da buna isaret ediyor.
‘Reaktif tavır alalım mı’yı ya da ‘nasıl alıyoruz’u tartışmak insansal tepkileri anlamak için faydalı bir beyin cimnastiği olabilir. Öteki taraftan niye bunu tartışmak gerekli çok anlayamıyorum Nazım’cım. Yazını ilgiyle okuduğum halde akli dengesi yerinde olsun, olmasın, hayati ve sosyal değerlere duyarlı olsun olmasın, birinin patlama haberini okuduğunda ve bu adamın 27 yıl hapis cezasına çarptırıldığını öğrendiğinde verdiği reaktif tepkiyi, bir tüp patlaması (ya da nükleer reaktör kazası diyelim, hani sosyal duyarsızlıktan bahsetmişken RTE kafasından bahsetmemek olmaz) sonucu 97 kişi ölseydi verir miydi acaba kısmını neden tartışmalıyız anlayamıyorum. İnsana epey dışardan bakan analitik bir gözlemcinin yorumu gibi görüyorum. Belki de ben o kadar uzaklaşamıyorum… Bilemiyorum…
soru, “bu kazanın sorumlusu modern toplumun kendisi midir, yoksa faşist bir manyak mıdır” ise benim bu anlayamama halim yine çok farklı olmazdı sanırım. mikro ölçekte tartışıyorsak bu adam derken, makro ölçekte tartışıyorsak bu adamı bu hale getirip ona bu kendine güveni tanıyıp ve sosyal anlamda hissizleşme şansını vermiş modern toplumu suçlayabiliriz. soru bu olsaydı bile, sanırım ben hala bunu niye tartışmalıyız kısmını anlayamayacaktım.
@Elif: Insana epey disardan bakan analitik bir yaklasim dogrudur. Soru Norvecli bir adimin yaptiklari, onun sonuclari, bir adam degil de bir kaza sonucu olsaydi bir sey degisir miydi degil. Soru cok daha temel, bir seyi sorumlu tutmak ne demektir? Hayatimizin her alaninda birilerini veya bir seyleri bir sekilde sorumlu tutuyoruz veya tutmuyoruz, ne oluyo da birileri bazi durumlarda sorumlu oluyo? Ve bunun yaniti sandigimiz kadar kolay degil, insanlar bin yillardir bir seyleri sorumlu tutuyor, ilk basta tanri fikri ile, sonra ozgur irade fikri ile, daha sonra kontrol fikri ile bunu temellendirdiler. Sorumlu tutmak istiyoruz ama arkasini neyle doldurdugumuz caga gore degisiyor. Simdiler de ise reaktif tavirlar fikri ile biraz daha bilimsel bir yaklasim gelistiriliyor, sorumlu tutma temelde duygusal bir tepki sen arkasini neyle doldurursan doldur.
Bunlari tartismanin beyin cimnastiginin otesinde bir faydasi da duygusal tepkilerimizi degisitiriyor olmasi. Duygulari hep otomatik istem disi tepkiler olarak algiliyoruz ama yapilan calismalar duygularin aslinda bilissel olarak module edildigi, yorumlandigi ve kodlandigini gosteriyor. Nasil hissettigin yetistigin kulture gore sekilleniyor.(Jerome Neu’nun yazdigi “Tear is an intellectual thing” (Aglamak entellektuel bir seydir) isimli super bir makalesi var ilgilenenlere tavsiye edilir) Duygu konusu cok genis mevzu belki bir ara spsifik olarak o konuyla ilgili de yazarim. Ama nasil hissettigin nasil davrandigi degisitiriyor ve dusun ki gununun %95’ni yillar icinde gelistirdigimiz duygusal tepkilerimiz uzerinden otomatik olarak hic dusunmeden yasiyoruz. Yani insanlarin nasil hissettigi, hangi durumlara nasil tepkiler verdikleri gundelik hayati sandigindan cok etkiliyor hem de sebeplerden, hukuktan sundan bundan cok daha effektif bir bicimde. Velhasil, bunlari tartismak duygusal tepkilerini sekillendiriyor, o yeni duygusal tepkiler de gundelik hayatini, insanlar arasi iliskilerini sekillendiriyor. Bundan daha onemli ne olabilir?
@Aysem: Hukuki cezalara duygular zaten karismis durumda, bunu acik acik tartismakda bir sorun goremiyorum. Duygularin irrasyonel otomatik tepkiler oldugu, hukukun rasyonal mantiksal temeller uzerine oturmasi gerektigi uzerinden yaklasiyorsan yukarida da dedigim gibi duygular her zaman irrasyonel degiller, gayette ehlilestirilebilirler. Hukuk hangi temeller uzerine dayanir cook genis konu ve benim bu konuda birikimim yok denecek kadar az. Ama hukuk kurallarini bir yerinden donup dolasip ahlaki bir temele oturtmak zorundasin sanirim, neyin adil hakli oldugu neyin haksiz oldugu, yani adalet ahlaki bir konu. Duygulari ise karistirmadan ahlaki bir teori ile gelecek insana kolay gelsin diyorum Kant ve Mill disinda cok bir alternatifin yok bildigim kadariyla, onlarin da acmazlari malum. (Bir tanesi otonom ozgur iradeli bir kisi varsayimi uzerine kurulu, digeri sadece sonuclara baktigi icin bir suru onemli ayrimi yapmaktan aciz)
Bu arada tam bu senin yazıya kafa yorarken Dünya Değerleri araştırmasının Türkiye ayağını Bahçeşehir Üniversitesi yapmış, gazetede okudum. Duygusal reaktif tepkileri, kültürlerin şekillendirdiği ve içinde olduğumuz çağ ve duruma göre değiştiği fikri doğrultusunda bu araştırma sonucunda da şöyle epey çarpıcı sonuçlar çıkmış. Mesela: Türkiye toplumunda komşu olarak en fazla istenmeyen grup, yüzde 84 ile eşcinseller. Eşcinsellerin ardından AIDS’liler (yüzde 74), nikahsız yaşayan çiftler (yüzde 68), Tanrıya inanmayanlar (yüzde 64), şeriat yanlıları (yüzde 54) geliyor. Kızları şortla gezenleri komşusu istemeyenlerin oranı ise yüzde 26. Yahudi komşu istemeyenlerin oranı yüzde 54, Hıristiyan istemeyenlerin ise yüzde 48. Bütün bunlara rağmen Türk halkının %77’si kendini ‘mutlu’ hissediyormuş. Haberin tamamı şurada: http://gundem.milliyet.com.tr/dort-kisiden-biri-sortlu-komsu-kizi-istemiyor/gundem/gundemdetay/22.07.2011/1417333/default.htm
Tabi bu istatistiksel sosyoloji araştırmalarına 100% güvenmemek lazım kesinlikle ama yine de genel geçer kültür ve ahlak değerleriyle ilgili bir fikir veriyor.
Bu Norveç’li, kendini faşist olarak tanımlamayan hatta Mülümanlar’dan nefret ettiği kadar faşistlerden de nefret ettiğini 1500 sayfalık manifestosunda (kendisi hediye topluma hediye olarak tanımlıyor bu kitabı: http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/norway/8664159/Norway-killer-Anders-Behring-Breivik-emailed-manifesto-to-250-British-contacts.html ) açıklayan Anders Behring gibi, dünyada tuhaf ve epeyce geniş orta sınıf, sağcı bir kitle türemekte. Bence mesela buna neden duygusal, reaktif bir tepki veriyoruzdan çok bu sağcı ve oldukça dışavurumcu değer ve tepkilerin yüzyıllar içinde nasıl ortaya çıktığını tartışsak? Sonuçta evet her dönem ve kültürde ortaya çıkan durumlar bir takım değer ve bu değerlerden dolayı reaktif tepkileri oluşturuyor ama her dönem ve kültür, kendinden öncekilerden kopuk olmamakla beraber insanlığın kendinden önce yaşadığı durumların kümülatif bir haline dönüşüyor. Kafan çok karışık, ey insan, çoook!