evet et yemiyorum, hayır aç değilim 2: tadını çıkarmak
İlk kez 1842’de kullanılmaya başlanan “vejetaryen” sözcüğü, Latince’de sağlam, canlı, yaşam dolu anlamına gelen “vegetus” sözcüğünden gelir.
Öyle vejetaryenliği sıkıcı sananlardansan kendini aldatma Prenses. Etobur klişelerinden en saçması da vejetaryenlerin ağız tadıyla yiyecek bir şey bulamadığıdır. Evdeki saksında büyüttüğün menekşelerine bakıp “akşam yemeğin mi? hihihoho…” diyenler filan çıkar arada. Ya da dışarıda bir yerde otururken yanına gelen çiçek satıcısını “yok, bizimkinin karnı tok” diye geri çevirerek laf sokmalar filan. Gereksiz… Özellikle de Türk mutfağını bilenlerin böyle espriler yapıyor olması pek anlamlı olmuyor zira bilirsin çilingir sofrası (özellikle Ege bölgesinde) bile olduğu gibi etsizdir.
Diyeceğim o ki, et yemeyerek öğünlerini fakirleştirmek ya da tekdüzeleştirmek/sıkıcılaştırmak bir kenara dursun öğünlerini dengeleyebilmek için başlayan mutfak macerası, zamanla yemek yapma ve yeme keyfinin daha bir üst seviyelerine çıkar. Hepçil bir toplum düzeninde yaşayan otobur kişi (Hindistan gibi çoğunluğu et yemez toplumlarda daha genele yayılmıştır), öğünlerinden çıkarttığı bu besin sayesinde diğer muhteşem besinleri nasıl kullanıp karıştıracağının merak, ilgi ve daha sonraları eğlencesiyle lezzetle yaratıcılığın birbirine güzelce yedirildiği bir mutfak keyfine sahip olur. Bu ilgi kendiliğinden gelmezse işin zor ben diyeyim. Hani bana göre et yesen de yemesen de zor ya neyse.
Bu yüzden sana bu sefer hem pişirirken hem de yerken keyif alacağın, yine besin değeri yüksek iki tarifle geliyorum Prenses.
Bademli pilav
Bir pilav tenceresine koyduğun az miktarda sıvı yağa (pilavda hangi yağı tercih ediyorsan artık) şöyle iki avuç kadar bademi at kavur. Badem: iyi bir magnezyum, kalsiyum ve protein kaynağı. A, B, D ve E vitaminleri içerir. İçine küp küp doğranmış bir orta boy soğanı da at takılsınlar soğanlar pembeleşene kadar. Daha sonra bir yemek kaşığı kadar kuş üzümü, bir çay kaşığı tarçın ve bir çay kaşığı kimyonla birlikte bir diş sarımsak ekle (ben sarımsağı neredeyse tüm yemeklere koyuyorum, kendisine bayılıyorum. Sen koymak istemezsen çok da mühim değil). Biraz karıştırdıktan sonra önceden yıkadığın iki su bardağı (mümkünse) tam/esmer pirinci at. Tam/esmer pirinç: üç adet çekirdek tabakası içerdiğinden pirinçte bulunan demir, potasyum, fosfor gibi besin değerlerini olduğu gibi korur ve beyaz/kabuksuz/parlatılmış pirinçten kat be kat besleyici, doyurucudur. Ama bulamıyorsan ya da bütçene uymuyorsa beyaz pirinç de olur, yapılacak bir şey yok; o da iyidir. Pirinci, tencerede kavrulmuş olan karışıma yedirip bir iki dakika kadar karıştır. Tuzunu ekle. Esmer pirinç kullandıysan dört, beyaz pirinç kullandıysan üç bardak soğuk suyla birlikte bir tutam taze dereotu da ekle. Dereotu: protein ve kalsiyum kaynağı. Tencerenin kapağını kapat ve orta ateşte pişmeye bırak. Pilav suyunu çektiğinde hazır demektir!
İşte ben bunu çok seviyorum. O kadar pratik ve doğaçlamaya açık ki hafta da bir kere bundan yapıyorum. Sayesinde paketli bisküvi almayı bıraktım ve hatta dışardan aldığım bisküvi, kurabiye türü abur cubur konusunda epey seçici olmaya başladım, beğenmiyorum öyle her abur cuburu.
Müsli: yulaf, arpa, buğday ezmesi gibi bileşenlerden oluşan, hazır olarak alındığında içinde kuru meyve, keten tohumu gibi besinlerden de barındıran karışım. Yulaf: protein, mineral ve B grubu vitaminleri kaynağı. Bir paket yulaf ezmesi ya da müsli karışımı al, evinde bulunsun. Büyük çukur bir kapta bir bardak kadar müsli, içine istediğin kadar kırılmış fındık, badem, ceviz, ve/veya kuru üzüm, bir bardak un, iki çay kaşığı kabartma tozu, bir fiske tuz, bir tatlı kaşığı kadar da tarçını karıştır. Bu kuru karışım. Ayrı bir çukur kabın içinde de sıvı karışımı hazırla: üçtebir su bardağı şeker, üçtebir su bardağı ayçiçek yağı ve üçtebir su bardağı pekmezi (ben keçiboynuzu/harnup pekmezi kullanıyorum, senin evinde dut veya üzüm pekmezi varsa onu da kullanabilirsin) çırpma teliyle şeker eriyene kadar çırp. Keçiboynuzu (harnup) pekmezi: sütün üç katı kadar kalsiyum içerir, ayrıca a, B ve E vitaminleri kaynağıdır ve mineral anlamında da çok zengindir, vejetaryenin koruyucu meleğidir. İyice homojenize olup köpürmüş bu karışıma yarım bardak kadar tam yağlı süt ekle ve tekrar güzelce çırp. Bu arada fırını 250 dereceye ayarla, ısınsın. Sıvı karışımı katı karışıma, kaşıkla yedirerek yavaş yavaş ekle. Kıvamının kaşıkla toparlanacak gibi ama elle yuvarlanamayacak kadar yumuşak olması lazım. Baktın çok cıvık oldu, un, çok katı oldu, süt ekle ki kaşık kaşık alıp tepsiye koyduğunda dağılmadan duracak kıvmda olabilsin. Yağladığın veya yağlı fırın kağıdıyla kapladığın tepsi üzerine kurabiye karışımını kaşıkla, aralarında iki parmak boşluk kalacak şekilde yerleştir. 250 derecede ısınmış fırına at. 20 dakika sonra hazır! Mutfağa dağılan muhteşem pekmez kokusundan ve kurabiyelerin görüntüsünden de piştiğini kolaylıkla anlayacaksın.
Not: İçinde yumurta olmayan bu pratik kurabiyenin içine inek sütü yerine soya sütü koyarsan vegan arkadaşlarına da rahatlıkla ikram edebilirsin. Vegan: diyetinde etle birlikte diğer hayvansal ürünler de olmayan otobur cinsi.
Vejetaryen olmak, ister istemez insanın yiyecek tüketiminin daha bir bilincinde olmasını ve yavaş yavaş hazır gıda satın almamasını da beraberinde getiriyor Prenses. Haliyle bu bilinç, damak tadı ve yemek pişirme zevkiyle birleştiğinde vejetaryen mutfağının hem pişirme hem de yeme keyfi bambaşka oluyor.
Afiyet şeker, etoburlara da kapak olsun!
Ben beslenmeyle ilgili olarak okuduklarımda en çok buğdayın una dönüştürülmesindeki işlemlerin hazin sonuçlarından etkilendim. Beyaz un dediğimiz şeyin epeyce dandik bir şey olduğuna ikna oldum. Unlu mamûllerle ilişkimi kestim, ekmeği tam buğday ekmeğiyle sınırladım. İstanbul Halk Ekmek sağolsun entegral halk ekmek de yaptığından bu bir lüks tüketim ürünü olmak zorunda da olmuyor.
Gelgelelim, ne zaman bir etyemez menüsü/yemek kitabı vb. görsem, içim dışım unlu mamûl doluyor. Tam buğday ekmeği ile ilişkim, işlenmiş un yetmez gibi, bir de dandik ekmek kategorisinin doyurucu olmayan, israfa çok müsait bir ürün olduğunu hatırlattı/ispatladı. Haliyle geniş alanları buğdayla doldurup, onu da en verimsiz şekilde tüketmek sürdürülebilirlik açısından da sorunlu diye bir fikir geldi aklıma. Fakat gıda konusundaki aktivizm manam düşük geldiğinden zahir, peşini kovalayamadım bu vaziyetlerin.
Zapatistaların mısırla ilişkisine Monsanto gibi şerefsizlerin varlığını, Türkiye’de bunun takibinin imkansızlığını görünce yıllar var ki, ağzıma mısır içerikli hiçbir şey koymamaya da özen gösteriyorum.
Velhasıl soruyorum, kabuğundan yoksun bırakılmış pirinç, işlenirken ziyan edilmiş makarna ve resmen buğday israfı ekmek gibi şeylerin baskısı altında hem sürdürülebilir, hem sağlıklı hem de lüks olmayan bir beslenme rejimi içerir hale nasıl getirmek mümkün etyemezliği?
hamiş: etyemez harika bir sözcük değil mi, sevip, kullanıp, sevdirmeyelim mi? 🙂
“Gelgelelim, ne zaman bir etyemez menüsü/yemek kitabı vb. görsem, içim dışım unlu mamûl doluyor.” yorumu ilginc geldi bana zira ben epey ufak yaslarimdan beri etyemez olmama ragmen, unlu mamul yapmaya ve yemeye daha bu yil basladim. O da etyemezlikten degil de abur cubur yeme istegimi, faydali da olan ve ogunlerimi tamamlayan mamullerle giderip, biskuvi, firindan alinan hazir kurabiye gibi icinde bolca E bilmemkac koruyucusu ve seker yerine bol Monsanto’lu misir surubu bulundurulan ne idugu belirsiz paketli yiyecekleri hayatimdan cikarmak icin oldu.
Ayrica senin de dedigin gibi unun gercek un (beyazlatilmamis, kabuklu bugdaydan yapilan), makarnanin gercek makarna, pirincin gercek pirinc olmasi halinde ogunlerinde yer tutmasinin cok da bir sakincasi yok. Zira evet bulmasi zor. Bulunca da daha pahali olmasi sinir bozucu. Amma ve lakin “hem sürdürülebilir, hem sağlıklı hem de lüks olmayan bir beslenme rejimi içerir hale nasıl getirmek mümkün etyemezliği?” kismindaki sorun su ki, bugunku sehir hayati insaninin, icinde et ve bol hayvani urun iceren bir diyeti de senin sordugun gibi surdurulebilir, saglikli ve luks olmayan bir hale getirmesi cok kolay degil. Piyasadaki etlerin ne sekilde marketlere girdigini detayiyla anlatsam, bi de video linki koysam hem bi daha et yemez yedirmez, hem de benden tiksinip bi daha ne yazimi okursun ne de yuzume bakarsin bunu niye senle paylastim diye ;P Esasinda ayni sey kahve icinde gecerli ilginctir ki. Tuketim aliskanliklariyla insanoglunun arasindaki mesafe maalesef o kadar acildi ki, her gun ne yedigimizin ve bunun nereden, ne sekilde geldiginin farkinda olsak sanirim ya acliktan olecegiz ya da sehirlerden kacip her yedigimiz besini uretmeye calisacagiz. Neyse uzatmayayim Koray, bu kismini sen de biliyorsun zaten. Ben sadece icimi dokeyim de Prenses de bilsin dedim.
Senin soruyu cevaplamaya gelince, etyemezligi surdurulebilir, saglikli ve luks olmayan bir rejim icerir hale getirmenin yolu baklagil, tahil ve yagli tohumlardan geciyor. Avrupa’da bu urunler gorece daha pahali ama Turkiye’de evde yemek pisirmeye alistigimiz surece, etyemez diyet hakikaten epey ucuz ve saglikli bir hale gelebiliyor. Bu yazinin ilk dizisinde mercimek corbasi ve humustan bahsetmistim. Evde yeterince cesitli taze ve kuru bakliyat, mumkun oldugunca islenmemis tahil (bulgur, pirinc, makarna, vs.) ve yeterince mevsimlik sebze bulundurmak yeterli. Haftada bir kere yemek yapimina ayrilirsa ve yeteri miktarda baklagil iceren meze, yemek, corba yapilirsa cok da zor olmuyor. Hic vaktim ve/veya param yoksa, humus ve haslanmis yesil mercimek salatasi yapiyorum bi haftalik (ki hakkaten bunlarin maliyeti cok dusuk: bildigin nohut, mercimek, tahin ve domates filan ne varsa evde artik iste)ve de iste bu noktada ekmek devreye giriyor. Entegral, tahilli, beyaz olmayan (ama kepekli denilen ekmege de dikkat! cunku bildigin maya kupu beyaz ekmegin icine az biraz bugday kepegi atip rengini degistiriyorlar sadece. bagirsaklari calistirir ayri, ama besin degeri cok da yuksek degil) ekmek bulunup alindiginda, peynir ve yogurt esliginde bu salatalar bolca tuketilebilir. Gayet de besleyici, doyurucudur.
Esmer pirinc ve makarnanin piyasada, dandik versiyonundan daha pahali oldugu dogrudur ama daha doyurucu oldugu da dogrudur. Iki tabak beyaz makarna yiyip doymayan adam, gozumun onunde bir tabak domates soslu kahverengi makarnayi bitiremedi mesela! O yuzden azicik paraya kiyip evde bulundurmak, etyemez diyetini luks hale getirmez her aksam bilmemne egzotik soslu kahverengi makarna yapmayacagin icin. arada tembellik zamanlarinda ise yariyor ama! Kaldi ki turk markalari, kepekli bulgur ve kahverengi pirinc uretimini arttirmaya basladi. Artik sadece organik pazarlardan alinacak mamuller degil bunlar, herhangi bir markette de bulunabiliniyor. Hatta Belcika’ya da epey ucuza ihrac ediyorlar!
Yagli tohumlar derken de findik, fistik, badem, cevizden bahsediyorum. Bu yukarida anlattigim kurabiyenin en guzel kismi, icinde yumurta ve beyaz un yerine bolca musli ve istedgiin olduce findik fistikla birlikte pekmez olmasi. Ben sabah kahvaltisinda iki tane bu kurabiyeden yiyip yanina bir bardak bol sutlu kahve ictigimde 4-5 saat acikmiyorum.
Ben de besin uzmani filan degilim hani, sadece kendi tecrube, ilgi ve paylasilasi gordugum buluslarima dayanarak yaziyorum. O yuzden boyle deneyip, birbirimizle paylasabiliriz bence. Hayatta kalmak icin tukettigimiz besinlerle yakindan tanisiklik kazanmak epey hosuma gidiyor 🙂
–Etyemez sozcugunu kullanalim, sevelim, sevdirelim. evet…–
et yemek istemiyorum, doyabilirim. inanıyorum buna. az kaldı.
Tarım ürünlerinin etten daha sürdürülebilir bir dünya yaratmaya müsait olduğu konusunda hemfikiriz. Onları endüstriyel olmaktan çıkartma (ya da sözcük anlamıyla endüstriyel, ama katkısız ve doğal diyeyim) söz konusu olunca illa ki biri itiraz edecektir diye tahmin edip, bu işin politiğini eksik etmeyen güzel insanlar bol, ne düşündüler acaba diye merak ederek sordum.
Obezite sınırına dayanıp (hatta içeri doğru epey zorlayıp) daha sağlıklı ve düzenli beslenmenin çok gerekli olduğuna inanarak kentte, düzenimi çok sarsmayacak bir yöntem olarak Montignac amcanın önerilerini takip ettim. Tam tahıl (daha özelde entegral) bilgim, ilgim oradan geliyor. Ki onun da en azından kilo verme döneminde baklagille de arası pek hoş değil. Eh işleyen bir sisteme müdahale edebilecek kadar besin bilgim de olmadığı için onu takip etmeye çalışıyorum.
Hamur gözlemimi en çok dışarı yemeklerinden yapmıştım, evde hiçbir şey olmasa salatayla coş sloganı hep geçerli ne de olsa… Fakat Greenpeace gemilerinden biriyle gelip İstanbul’da kısa bir süre takıldığımız bir İngiliz arkadaş vegandı ve Cihangir semalarında onu besleyebileceğimiz yegane şey poğaça falan olmuştu. Hatta kızcağız aç kalmamak için -bari etyemezlikle yetineyim, yumurta ve sütü de dışlarsam burada aç kalacağım gibi görünüyor- demek zorunda kalmıştı.
Yağlı tohumlar gerçekten harika bu arada. Gözüm doymadığında hep yemekten birkaç saat sonra azıcık fındık kavurabileceğimi düşünüp tabağımı kaldırıyorum. İki elimi birleştirip içini dolduracak kadar fındık öğün yerine bile geçebiliyor zira. Onu da doğal haliyle alıp kendim kavuruyorum, sıcak sıcak iyi gidiyor…
Sebze ağırlığı konusunda harika bir fırın tarifi de paylaşayım konuyu biraz teorik alandan pratiğe çekerek: http://cafefernando.com/turkce/domates-biber-patlican-ve-mantarli-makarna/ Ben bu yemeğin makarna kısmını bir marul ile değiştirdiğimde sıkı diyet zamanında da işimi gördü, yeşillikle de harika oluyor o sulu mantar, domates, biber ve patlıcanlar…
üzerinize afiyet ben 110 kilo ağırlığında bir dişi insan canlısıyım 😀 1 aydır vejetaryenim ve evet ben de aç değilim 😀 daha önce 17 – 18 yaşlarımda da bi kaç yıllık vejetaryenlik maceram olmuştu ama aile ve arkadaş baskısı ardından da öğrenci hayatı derken bırakmıştım. şimdi ise yalnız yaşıyorum evde ne pişirdiğime karışan yok, istediğim gibi otlayabiliyorum 🙂 esmer pirinç bulabilmek için geçen gün şehrin öbür ucundaki markete gittim gecenin 9’unda iş çıkışı. aynı markette esmer makarna bulamadım, onu da şehrin başka bir ucundan aldım. ama sonuçta ulaşabildim her ikisine de. esmer pilavlık bulgur araştırmalarım da sürüyor. baklagil ve makarna – pirinç yemeklerinin yanına kocaman bir tabak az yağlı salata çok doyurucu ve sağlıklı oluyor.
bir haftasonu dışarıda takılırken gıda mühendisi arkadaşımın yarım saatlik bi işi için beni çalıştığı çok büyük bir markaya ait mezbahaya götürdü. gittiğimiz sırada geceydi ve kesim operasyonu ya da görünürde herhangi bir hayvan yoktu. herşey gayet düzenli, hijyenikti, uğur dündar’lık bi durum yoktu. ama o koku yok mu o koku! etin değil aslında ölümün kokusu. tamam daha önce kasapta da duydum aynı kokuyu ama burası her gün yüzlerce hayvanın kesildiği bir yer, burada kokunun yoğunluğu, atmosfere verdiği tuhaflık bi başka. işte o kokuyu duyduğum andan beri ömrümde bi daha et yemeyeceğimi biliyorum. zaten oldum olası sebze yemeklerini daha çok sever ve tüketirdim, et tüketimim genelde beyaz etti ve haftada bir ya da iki kereyi pek geçmezdi. geçiş sürecimde zorlanmadım. yaşadığım yerde soya ürünlerine ulaşmam mümkün olmadığı için vegan değilim şimdilik lakto-vejetaryenim, sadece yağsız süt ürünleri tüketiyorum, yumurta ya da deniz ürünleri tüketmiyorum. kilomdan dolayı diyabete aday olduğum için vejetaryen beslenme düzeniyle birlikte taze meyvelere yönelip işlenmiş şekerli ürünlerden de uzaklaştım. bu beslenme düzeniyle kilomun daha yukarılara çıkmasını da önleyebileceğim. obez ya da sıska tüm insanlığa vejetaryenliği önerir, iyi günler dilerim 🙂 blog çok güzel, takipteyim 😉
ha bir de, yeşil mercimekli – soğanlı – körili esmer pirinç pilavı ve yanında cacık, bu menü candır canandır 🙂
Herşey bir alışkanlık meselesi… çoğumuz eti de sütü de böyle beslenerek büyütüldüğümüz için tüketiyoruz. Ama bunun *gerçekten* bize ne kadar hatta hiç faydası olup olmadığını çok az insan sorguluyor. Anneler çocuklarını emzirmekten kaytarıyor ama İnek sütünü içmediği zaman dertleniyorlar, kırk dereden su getiriyorlar, çocuğazorla o 1 bardak sütü içirmek için. Halbuki insan da dahil, her türün yavrusuna ancak kendi annesinin sütünden fayda vardır. İneğin sütü de kendi yavrusu içindir. Bu anne sütünden erken kesilen çocuklar için, sonradan keşfedilen bol “formüllü” yapay toz sütlere ucuz bir alternatif olduğu için yaygınlaşmıştır. Ama dediğim gibi, bu böyle gelmiş böyle gidiyor… et de öyle… insanlar et yemeden son derece sağlıklı bir yaşam sürebilirler. İnsanın ne tamamen etçil ne de tamamen otçul olduğunu kimse bilimsel olarak kanıtlayamaz. Organizması milyonlarca yılda her çeşit sebzeyi de meyveyi de; sütü de -pişirilerek- eti de hazmedecek bir hale gelmiştir. Herşeyden önce insan ne yiyeceğini seçme; bu konuda vücudunun sesini dinlemekte özgür olmalıdır. Nasıl bazı insanlar şekerli şeylere daha düşkünse – ki şeker insan vücudu için herşeyden kötüdür- bazı insanlar da sebzeye otlara daha düşkün yaratılmış olabilir. Vejetaryen insanların dengeli bir beslenme programıyla son derece sağlıklı hatta etseverlere oranla çok daha sağlıklı oldukları zaten tıbben kanıtlanmıştır. Eğer bir vejetaryen kendi vücudu, sağlığı, çevresiyle barışık olarak dünyaya karşı sorumluluklarını yeterince yerine getirdiğinden emin mutlu yaşarken başka et yiyenlerin sırf bir parça leş yemiyor diye onun canını sıkmaya hiç de hakları yoktur ama ne yazık ki sıkça yaşanan bir durumdur. Ben daha yeni bir vejetaryen olduğum için yolun başındayım; eminim ki çok yıllar boyunca çok daha dumurluk tepkilerle karşılaçacağım. Fark etmez… herkes kendi seçimiyle mutlu olsun bir diğerini de seçiminden dolayı yargılamasın; karışmasın. Benim vejetaryenlik hikayemi merak edenlere:
http://www.greekturkish.com/turkish/anneme-vejetaryen-oldugumu-soylemeyin-o-beni-hala-et-yiyor-saniyor/
Bir de küçük bir çocuğa vejetaryenliği nasıl anlatacağınızı düşünün:
http://www.greekturkish.com/turkish/inek-bize-sut-verer/
Bir vejetaryen olarak (etyemez kelimesini ben de seviyorum ama bana yetersiz geliyor, midyeyi ahtapotu ıstakozu napıcaz? “hayvanyemez” desek komik olucak. o yüzden daha iyi muadil bulamadığımdan vejetaryende devam ediyorum) yazılarınız benim için hakkaten hislerime tercüman oldu ve de çok güldüm. ayrıca pekmezli kurabiye, hayatımın tadlarından biri oldu, haftada 2-3 kere yapıyor kendimi durduramıyorum 🙂 fakat ben tarifi çeşitli doğaçlamalarla biraz değiştirip kendi kusursuz takomu http://www.yeryuzusakinleri.org/2011/10/buyulu-kurabiyeler-sifir-seker/ adresinden paylaştım (orjinal tarife de referans vererek tabi ki). Tekrar teşekkür ederim. Sevgiler 🙂
Merhaba,
Biraz yemek sitesi yorumlari gibi olacak ama kurabiye tarifine bayildim.
Inek sutu yerine soya sutu kullanarak ve seker yerine 1 tam bardak kecibiynuzu pekmezi kullanarak yaptim kurabiyeleri.
Her sey mukemmeldi ta ki kurabiyeler firina girene kadar 🙂
250 derecede 20 dakika piserler diye girdiler firina. Ben mutfatan ciktim 5 dk sonra geri geldigimde kurabiyelerin kenarlari yanmisti bile!
Simdi benim sorularim sunlar:
1- 250 derece sadece firini istma derecesi olabilir mi? Sonra pisme asamasinda isiyi dusuruyor olabilir misiniz?
2- Derece 250 ise pisme suresi 2 dk olabilir mi?
Ikinci tepsiyi daha dusuk derecede pisiriyorum su anda. Ama basindan ayrilma riskini pek goze alamadim.
Hafif yanmis olan ilk tepsinin yaniklarini saymazsak lezzet sahane! Muhtesem! 10 numara!
Tarifinize saglik 🙂
Selamlar Ilknur… Yanmasini anayabiliyorum, icinde yumurta olmadigi icin cok cabuk pisiyor bu kurabiyeler. Bir de pekmezin bol olmasi da direk karamellestirip yakabiliyor. Firin turbo degilse eger 220 derecede 8-10 dakika pisirmeyi deneyebilirsin. Benim firinim degisti ve artik bu ayarla yapiyorum, yanmiyor… 220 dereceden daha sogurk bir firinda pisirmeni tavsiye etmem yalniz, kitir olmuyor 😉 biraz deneme yanlma tabi, unun cinsi, pekmezin miktari, firinin isitma bicimine gore sureler degisebilir. O yuzden maalesef cok yadimci olamayacagim, sen bir sonraki yapisinda basinda durur bakar ona gore de kendi pisirme sureni bulursun diyecegim. Tarifi begenmene sevindim! Afiyet; pekmez olsun!!