İstanbul için eylem vakti

 

Temmuz 2010, Artvin'de HES'lere karsi protesto yuruyu

Merhaba Prenses,

İstanbul Türkiye’nin her yerinden, her çeşit insana güzel görünüyor sanki. Ne dersin?

Geçen sene ben de İzmir’den, üniversite sınavına hazırlanan biri olarak bakıyordum bu şehre. Onlarca İstanbul görüyordum daha 4 ay öncesine kadar. Artık İstanbul’da yaşayan biri olarak, bu İstanbulların birinden söz etmek istiyorum sana, eylemler şehri olanından.  Bu İstanbul imgesi kafamda nasıl, ne zaman oluştu anımsamıyorum. Yine de bu imgeyi doğurmuş, güçlendirmiş olabilecek onlarca olayı tek tek saymaya gerek yok: Kara günler, kızıl günler… Senin de aklında çakıvermiştir bir çoğu.

Bu yıldan itibaren İstanbul’un bir de sarı günleri anılacak, anlatılacak gibi gözüküyor prenses.

Çünkü İstanbul’da 28 gün boyunca sarı mı sarı bir direniş, bir isyan vardı: Sarı Yazmalılar’ın isyanı. Orya Enerji’nin ve Ümran Boru’nun, Loç Vadisi’ne yapacakları HidroElektrik Santrali (HES)’ne karşı yaşamlarını savunmak için burada; Or-Ya Han’ın önünde oturma eylemi yapıyordu Sarı Yazmalılar. Saydığımca üç göbek, sayamadığım kadar çok yürek; yağmur çamur demeden sürdürüyorlardı eylemlerini. İki gününe de olsa kendimizce destek olmaya çalıştığımız bu eylemden söz etmek istiyorum sana.

Ben sayfalarca bilgi de aktarsam, şair olup şiir de yazsam; Habibe Teyze gibi anlatamayacağım sanki. İyisi mi önce onun nasıl dillendirdiğini oku:

“Benim bir mayışım da yok, bir gelirim de yok. Tek gelirim bu topraklar. Sırtımda çocuğumu taşıdım, kesip köylüye sizden taraf olsun diye dağıttığınız ağaçlarımızın altına bıraktım bebelerimi. Şimdi beton ettiğiniz yerlerden ekip biçtiklerimle büyüttüm ben onları. Şimdi bana çıkıp diyor ki miyendiz, “Senin arazin benim, paranı da yatırdım, çık git buradan!’. Ben mi sattım, ölsem satmam toprağımı, milyara değişmem toprağımı. Burada ölecektim ben, şimdi kahrımdan ölüyorum. Çekin gidin vadimizden!”

Loç’luların direnişi aslında pek yeni bir direniş değil prenses. Kısaca bir özetleyeyim süreci. Hukuksal sürecin geçmişi uzun, olayların kızışması ise görece yakın bir zamana rastlıyor. Aralık 2009’da HES projesinin iptali için bir dava açılıyor. Davaya bilirkişi olarak seçilen bilim insanları, üzücü bir trafik kazası geçirerek yaşamlarını yitiriyorlar. Yeni bir bilirkişi heyetinin seçilmesi, bu heyetin raporunu hazırlaması derken geçen sürede şirket hukuksuzca inşaata başlıyor, bildik memleketim senaryosu. Bunun üzerine platform gönüllüleri ve yöre insanı, Ağustos ayında vadide çadır kurarak direnişe başlıyorlar. Ağustos ayı içinde birçok topluluk dönem dönem eylemcilere destek olmak için Kastamonu’ya gidiyor. Sonbaharın kendini hissettirmesiyle eylemciler çadırlı direnişi sürdürmekte zorlanıyorlar. Şirket bunu fırsat bilerek, yine inşaata başlıyor. Bunu izleyen süreçte Loçlular direnişlerini İstanbul’da sürdürmeye karar veriyorlar.

Gelelim direnişe…

İlk gün biz masalarına yaklaşınca birkaç güler yüz bize döndü. Tanıştık, konuştuk. Loç Vadisi’nin komşuluk yaptığı kanyonun Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın dördüncü büyük kanyonu olan Valla Kanyonu olduğunu; vadinin, koruma altında olan Küre Dağları Milli Parkı’na komşuluk yaptığını öğrendik. Tamamen sivil, ziyaretçilerle 20 kişiyi zar zor geçen ve içlerinde kadınların, yaşlıların bulunduğu bir gruba tam teçhizatlı 8-9 polis… Şirket binasına girip çıkıyorlardı sürekli. Çaylar “şirket”ten, anlayacağın. “Halk için emniyet. Adalet için hizmet.” İronik, değil mi prenses?

İkinci gün bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamadan sonra bir ara “yazmalılar”ı boş yakalayıp sohbete başladık. “Neden ‘Sarı Yazma’?” diye sorduk. “E ‘Sarı Yazma’ biziz de ondan.” diyerek açıklamaya giriştiler: “Bizi en iyi sarı yazmamız temsil eder.” demişler işin başında. Bir o aldı, bir öteki aldı sazı eline; ağız birliğiyle anlattılar. Rıfat Ilgaz da Cide’liymiş. Her sene onun anısına şenlik yapılırmış ilçede. Söz arasında bunları da öğrendik.

Dikkatimizi bir şey çekti prenses. Eylemin çekirdek kadrosunun büyük bölümü, genciyle yaşlısıyla kadınlardan oluşuyordu. Basın açıklamasını onlar yapıyor, söyleşileri onlar veriyor, sloganları onlar başlatıyor… Horon tepilecekse onu da önce onlar tepiyordu! Bir ara sorduk: “Eylemi kadınlar sahiplenmiş gibi görünüyor, neye yoralım bunu?”. Onlar yine birlikle anlattılar. “Sarı yazma kimin yazması? Kadının. Başka kim oturacaktı ya burada?” diyerek gülüştüler. Bir aralık, gençten bir kadın “E tabi erkeklerin bir kısmı da işte güçte.” diye ekleyecek oldu ama biz daha “O da doğru tabi.” diyemeden büyüklerimizden biri, “Gelin köye görün, toprağın sahibi de kadın çiftçisi de kadın.” deyiverdi.

Müzeyyen Teyze’nin anlattıkları Loç köylüsünün eylemler boyunca hissettiklerini yeterince iyi açıkladı: “Ben bu yaşıma kadar polise jandarmaya işi düşmüş kadın değildim! Nerden aklıma gelsin onlara karşı durmak zorunda kalacağım. Ölümü beklerdim de bunu beklemezdim! Ama işte bıçak kemiğe dayanınca kalktık buralara kadar geldik. Kazanana kadar da buradayız. İnşallah kazanacağız, umudumuz tam.” Üstelik Loç Vadisi eylemcileri İstanbul’da düzenlenen diğer eylemlere de ellerinden geldiğince katılım gösteriyorlarmış. Geçtiğimiz haftalarda Cumartesi Anneleri’ni ziyarete gitmişler örneğin.

İnsanın, doğrudan kendisini ilgilendiren konuda söyleyeceği söz daha anlamlı oluyor prenses. Loç Vadi’liler bu santralden üretilecek elektriğin gereksinimlerinden fazla olduğunun, asıl amacın da bu olmadığının ayırdındalardı. Çevresindeki ekosistemler için de önem taşıyan, harika bir doğa parçası olan topraklarına yazık edilsin istemiyorlar ve yargıdan adalet bekliyorlardı. Oysa şu anda Allianoi’nin sular altında kalmasına karşı durmaya çalışan insanların arkasında güçlü bir köylü desteği göremiyoruz ne yazık ki. Allianoi köylüleri için konunun, Loçlular için olduğunca yaşamsal olmaması bunun; bu da Allianoi için mücadele eden insanların seslerinin yeterince yankı bulamamasının nedeni gibi duruyor.

Senin de bildiğin gibi prenses, fosil yakıtlardan elde edilen enerjinin zararlarının tartışıldığı aşamayı çoktan geçtik. Peki bizlere alternatif olarak sunulan enerji üretme biçimleri ne kadar “alternatif”? Bunların insan ve doğa yaşamı üzerinde nasıl etkileri oluyor veya olabilir? Acilen bunları da tartışmaya başlamalıyız. HES’lerin kısa vadeli enerji üretimlerinin yanında yapıldıkları bölgenin ekosistemine ciddi zarar verdiği de artık tartışılmayan konulardan. Bu yüzden ulusal ve uluslararası çevre örgütleri HES’lere eskisine oranla daha temkinli yaklaşıyorlar. Rüzgar ve güneş enerjisiyle ilgili olarak da benzer tartışmaların yaşanacağına kuşku yok. Hatta çeşitli tartışmalar başladı bile.

Teknik bilgi sunacak konumda değilim ama bana öyle geliyor ki prenses, enerji üretiminin çevre sorunlarına neden olmasını engellemek yolunda, çözüm öncelikle enerjiyi “insan gibi” tüketmeye başlamaktan geçiyor. Şimdilik yaygın tutum kar-zarar hesabı yaparak fosil yakıtların kullanımını sonlandırmak yönünde. Ancak bunun kalıcı bir çözüm olmaktan çok uzak olduğunu unutmamak gerek.

Not: Sana bu mektubu yazdıktan hemen sonra, iki gün içerisinde iki harika haber aldık. İlkinde şantiyenin mühürlendiği, ikincisinde de mahkemeden yürütmeyi durdurma kararının çıktığını öğrendik. 28 gün boyunca oturma eylemi yapan Sarı Yazmalılar kazandı! Şimdi yeni süreci öngörebilmek için gerekçeli kararın çıkmasını bekliyorlar.

İyi yıllar prenses, okumak istersen diye eylemler boyunca yaşanan önemli olaylarla ilgili haberlere bağlantılar:

http://bianet.org/konu/loc-vadisi

İnşaatın ve yürütmenin durdurma kararıyla ilgili haberler de burada:

http://www.etha.com.tr/Haber/2011/01/05/yasam/yurutmeyi-durdurma-karari-loc-vadisi-nobetini-durd/

Unutmadan… Memnun oldum!

Oğuzhan

ps: HES’lere insanların neden karşı olduğu ile ilgili bu etkileyeci filmi de izlemeden geçmeyesin prenses:

Anadolu’nun İsyanı from Anadoluyu Vermeyecegiz on Vimeo.

Yorum Bırakın