Bir Tutam Radikal Demokrasi: Punk Islam
“Mohammed was a Punk rocker, he tore everything down, Mohammed was a punk roker, he rocked that town”
Londra’da bir Haziran akşamı. Big Ben’in devleri kıskandıran kederli silüeti Batı ufkunda toplanmış kıyamet kızılı bulutlara meydan okurken kentin yeni oyuncağı London Eye, Las Vegas’tan çalıntı postmodern dönmedolap kimliğiyle, Beau Brummel’den Sir Winston Churchill’e, stili kentle bütünleşmiş “şık Londralı” simgelerinin kemiklerini sızlatıyor. London Eye’ın beş yüz metre kuzeyindeki Waterloo Köprüsü’ne bakan South Bank Centre, bu akşam, pek çok kişinin aklına “tuhaf” kelimesini getirecek bir kalabalığı ağırlıyor. Direktörlüğünü 2010 için Richard Thompson’ın üstlendiği Meltdown Festival programı dahilinde “İslami Punk gecesi” başlığıyla duyurulan etkinliğin meraklıları, Camden Town punklarına da, Ministry of Sound önünde dizilen modern dans pisti bağımlılarına da, jazz ve klasik müzik meraklısı huzur kilisesi müritlerine de benzemiyor.
İçeride, South Bank Centre’ın ikinci büyük salonu Queen Elizabeth Hall’un girişinde BBC Radio 1’ın “Asya uzmanı” DJ Bobby Friction’ın sunuculuğunu yaptığı soru-cevap seansı sürüyor. Cevap makamı, “herşeyi başlatan kitap” “The Taqwacores”un yazarı Amerikalı Michael Mohammed Knight… Knight, “Riyad’da burkayı yırtıp atmakla Paris’te burka giymenin” aynı “başkaldırı” kapısına çıktığını söyleyince, kemik çerçeve gözlüklü Troçkist kızlardan Müslüman punklara, dinleyici kitlesinden bir alkış yükseliyor.
Soru-cevap seansı sonlanıp platform boşalınca, kalabalık, ABD-Boston çıkışlı, “The Taqwacores” hareketinin amiral gemisi (Urduca “piçler” manasına gelen) the Kominas’a ait ürünlerin sergilendiği standa yöneliyor. “Wild Nights in Guantanamo Bay” CD’sinden Mescid-i Aksa’yı pop renklerine boyayan tişört tasarımlarına, the Kominas’ın damgasını vurduğu tüm ürünler de, grubun müziği gibi, aynı sırrı fısıldıyor: 80’lerde ateşi söndü denilen, 90’lardaysa büyük firmaların elinde en ticari kılıfıyla zombileştirilen Punk, her zamanki silahları katran karası mizah, skandal ve muğlaklığı kuşanmış, bu defa adı “Punk Islam” olan yeni bir oyunda ve “hakiki” bir seste cisimleşerek ortalığı dağıtmaya hazırlanıyor.
Peki gerçekten Punk ve Islam bir araya gelebilir mi?, Tüm bu gösteri oryantalizminin kendine dönük halinin bir başka tezahürü mü? NME yazarları ne diyor?… Bu soruları the Kominas üyelerinin ağızlarını açacakları vakit için bekletelim ve labirentteki gezimize devam edelim.
“Taqwacores” hareketinin merkezindeki the Kominas, gecenin ilgi odaklarından olsa da, Queen Elizabeth Hall’u inleten en görkemli performansa, müzisyen, politik aktivist ve film yapımcısı (Propa-Gandhi lakaplı) Aki Nawaz liderliğindeki Fun Da Mental imza atıyor. “Üst kültür”e has edeple tasarlanıp alt kültürü ağırlayan her mekanda olduğu gibi, Queen Elizabeth Hall’da da kalabalık, koruma görevlilerini terletecek bir mesafede, saflarını sahnenin hemen önünde sıklaştırmış. Fun Da Mental, 2006 tarihli olaylı albümleri “All is War”un giriş parçası “I Reject” ile başlıyor performansına. Fun da Mental üyesi Dave, üzerinde “Terrorist No.1” yazan ABD bayrağını açınca Aki, kalabalıktan, Union Jack (Büyük Britanya bayrağı) getirmedikleri için özür diliyor. Grup, playlist’inde “All is War”dan geriye uzanırken sahneye projekte edilen videoda göz kırpan ironik “GOD BLESS THE WEST AND F*** THE REST OF US” (Tanrı Batı’yı kutsasın, kalanımıza sallasın) sloganı üçüncü dünyanın ruhunu selamlıyor.
Aki Nawaz’ın (gerçek ismiyle Haq Kureishi) liderlik ettiği Fun Da Mental, the Kominas’ın ve 19 Haziran gecesi Queen Elizabeth Hall’u dolduran diğer isimlerin aksine, hiç de “yeni” bir figür değil. Müzik yaşamına Southern Death Cult’ın davulcusu olarak başlayan Nawaz, Fun Da Mental’i 1990’da, İngiltere, Asya hip hop’ı ve bhangra furyasıyla sallanırken kurmuştu. Fun Da Mental, isminin telaffuz edildiği ilk günlerden bu yana, Public Enemy ve Transglobal Underground gibi gruplarla paylaştığı “kimlik politikası neferi” çizgisinde, “bilinçli hip-hop” sahnesinin burnunu tehlikeli sulara sokmaktan çekinmeyen isimlerinden biri olarak biliniyor. “World music” raf etiketine meydan okuyan bir tutkuyla, brekbeat’ten (Pencab dans müziği) bhangra’ya, (Güney Asya tasavvuf musikisi) kawwali’den eski okul hip hop’a sayısız stili aynı kazanda kaynatan direniş şarkılarının yaratıcısı Fun Da Mental, Usame bin Ladin’le Che Guevara arasındaki benzerlikleri tartışmaya açtığı 2006 tarihli “All is War (The Benefits of G-Had)” albümüyle İngiltere’de büyük bir tartışmanın merkezine oturmuştu. İngiliz sarı basını tarafından “intihar rapçisi”olarak anılırken görüşlerine The Guardian’ın ilk sayfalarında yer verilen Aki Nawaz, Fun Da Mental’in molotof kokteyllerinin yanısıra ambargoyu karadan delerek Gazze’de çektiği “To Gaza With Love” ve Bosna savaşına odaklandığı “Bosnia – A Painful Peace” adlı iki belgeselin de yaratıcısı.
Aralarındaki hatırı sayılır kuşak farkına rağmen, Bradford’da Punk “ruhunu” soluyarak büyüyen Aki Nawaz’ın Punk ve İslam’ın “pekala” bir olabileceği yönündeki düşünceleri “yeni çocuklar” the Kominas’ınkilerle çelişmiyor. Fakat Aki Nawaz’ın yıllardır tek başına yaşattığı muhalif/Punk Müslüman kimliğinin okyanusun ötesinde başka bir kılıkta patlayışı ve bir “harekete” ve bir “sahne”ye dönüşmesinin öyküsünün merkezinde, Michael Mohammed Knight’ın skandal kitabı “The Taqwacores” ve elbette the Kominas var.
ABD Virginia’da doğan Knight, İslam’a, 13 yaşında tanıştığı Public Enemy ve Malcolm X sayesinde merak sarıyor ve 17 yaşında, Pakistan, İslamabad’a giderek Faysal Camii’nde İslami eğitimine başlıyor. Burada Müslüman olan Knight’ın dini/politik görüşleri, vakti geldiğinde Çeçenistan’daki çatışmalara katılmayı isteyecek kadar keskinleşiyor. Ne var ki yıllar içinde din eksenli dünya algısısının enerjisinin tükendiğine şahit olan Knight, bir başka isyanın eşiğindeyken 2002’de, bir grup hayali “Müslüman punk”ın serüvenlerini anlattığı, kadın imamlardan mohawk saçlı Şii punk’lara kadar ortodoks İslam’ın pek de hoşuna gitmeyecek karakterlerle dolu “The Taqwacores”u kaleme alıyor. “The Taqwacores”ta anlatılanların “gerçeğe dökülmesi” ise, The Kominas, Vote Hezbollah, Secret Trial Five gibi grupların öncülüğünde gerçek anlamda planlı bir “kalkışım”la mümkün oluyor.
The Kominas elemanları, Michael Mohammed Knight ve genel anlamda “Punk Islam” fikriyle olan ilişkilerini, tuhaf bir senteze can vermiş entelektüel masabaşı işçilerinin kitabi, tepeden bakan hevesiyle değil, çekincesizce, yaptıklarının bir nevi “köklere dönüş” olduğunu ifade ederek açıklıyor. Bu açıdan, Basim Usmani ve arkadaşlarının gözünde, adaletsizliğe karşı isyanı öven bir dinin, Punk’la bütünleşmesi değil bütünleşememesi tuhaf. “Punk Islam”, the Kominas’a göre, Batı’ya yeni ve ilginç bir kültürel kesişim sunma derdinden ziyade Doğu’nun yüzleşmekten korktuğu hazineleri eşelemek ve dinin kabul edilmiş esaslarına aykırı çehresini zenginleştirmekle alakalı.
Elbette the Kominas’ı içine alan “takwacore” sahnesi ve Fun Da Mental’in temsil ettiği eski okul dışında dünyadaki ve İngiltere’deki “Müslüman popüler müzik” sahnesinin “bilinçli” ucunu temsil eden başka isimler de var. Doğumundan beri ezilenlerin sesi olarak kutsanan hip-hop, bu cephenin en popüler janrı olarak başı çekiyor. Meltdown kapsamında Queen Elizabeth Hall’da sahne alan, Sukinah ve Munira’dan oluşan kadın hip-hop ikilisi Poetic Pilgrimage, Danny Raphael adlı Yahudi hip-hop sanatçısıyla dünyanın ilk Yahudi-Müslüman hip-hop kolektifini kuran Mohammed Yahya ve Mecca2Medina adı altında müzik yaparken aynı zamanda “genç kuşağın beyninin radikallerce yıkanmasını önlemek için” Arapça dersleri de veren ikili Ismael ve Rakım, İngiltere’deki “Müslüman Hip-Hop” sahnesinin öncü isimlerinden.
Meltdown’da görünürleşen bu pratiğin zenginliği ve serbestliğinde elbette Britanya’nın Kıta Avrupası’na fark atan entegrasyon politikalarının büyük rolü var. Bu satırların yazarının Meltdown’dan önce Cihangir’deki evine konuk olduğu, İngiliz pop’unu ilk defa demir perdenin arkasına geçiren konser organizatörlerinden biri olarak bilinen Nick Hobbs, işbirliği yaptığı British Council’in “folklorik” ve monoton bir İngiltere değil, çokkültürlülüğü özümsemiş bir İngiltere imajını tanıtmak için çalıştığını söyledikten sonra, Fun Da Mental’in de bu tabloya dahil olup olmadığı sorusu üzerine Fun Da Mental’in Rusya’da British Council’ın desteğiyle sahne aldığını belirtmişti.
Göçmenlerin, hemen hemen tüm Kıta Avrupası başkentlerinde, alt sınıf reflekslerine hitap eden militanca saldırılardan ziyade artık liberal orta sınıftan alkış bekleyen ve “yaşam tarzı”nı merkeze alan ayrımcı söylemlerin ve devlet politikalarının hedefi olduğu bir zamanda, İngiltere’nin, Griffin’in BNP’si ve EDL gibi organizasyonların gürültüsüne rağmen bu yarışta elde ettiği başarının sırrı, belki de Hobbs’un kültürel “idare” hakkında verdiği ipuçlarından çok British Museum’un hediyelik eşya mağazasında, Türkiye’de olsa “mollalar alışveriş merkezi bastı” şeklinde haberlere malzemelik edebilecek kadar “geleneksel” giyinmeyi tercih eden insanların, “diğerleriyle” birlikte huzur içinde çalışabilmelerine olanak sağlayan “akli denge”de yatıyor.
Durum buyken, Prenses, sınırsız ifade ve yaşam tarzı özgürlüğünün Doğu ve Batı’nın iliklerine işlediği, Punk’ın gerçek sahiplerinin elinde dile geldiği bir dünya dileğiyle, “Punk Islam”ın her çehresini derinlemesine ele alan, genç Türk yönetmen Bahar Kılıç imzalı taptaze bir belgeselin de yolda olduğunu hatırlatarak tüm “beyaz” Türkler için the Kominas’tan “Sharia Law in the USA” ile bitirelim.
Birilerinin daha bu güzelim “takva kaçıkları”nı fark etmiş olması ne hoş… O zaman ben de kitaptan ufak bir çeviri paylaşayım sizinle. Underground Poetix 3. sayıda bir kaç kuple daha mevcut…
“Punklara dair inanarak gözlemleyip fark ettiğim bir şey hepsinin birer efsane oluşudur, istisnasız her biri öyledir, hangi çevrede olurlarsa olsun. Onları şanlarına yakışır biçimde görmeseniz bile, bir otoparkta arkadaşlarının arkadaşlarıyla nezaketen basit bir el sıkışmalarında bile, ölümsüz bir titreşim, sanki o otopark tarihi bir zirveye ya da halihazırda içinde yaşadığımız on binlerce filmden bir sahneye ev sahipliği yapıyormuş gibi çizgi-romansı bir kıyafet balosu duygusunu hissetmemeniz mümkün değil. En azından ben bunu hissettim, ama yine de bir punk nedir ki? Bu kurtlu konserveyi burada açacak değilim ama şu kadarını söyleyeyim ki kendi hikayemde ve bu evin hikayesinde bu kelimenin karşıladığı çoğu şeyin içinden geçtim ve rude boylardan, riot grrrllerden, crusttan, Oi!dan ve straightedgeden daha rahat bahsetmeye başladım ve bu kültürün sularında güvenle seyretmeye yetecek argoyu öğrenmişken, eh, işler öyle bir noktaya geldi ki kendim de bir punk olmuş gibiydim; tabii eğer punklar aileleri istedi diye mühendislik eğitimi alırlarsa.
Kaçınılmaz olarak, bu “punk” sözcüğünün “ağaç” ya da “araba” gibi elle tutulur bir şey olmadığını kavradım. Punk daha ziyade, bir bayrak gibidir, açık bir sembol, insanlar ne olduğuna inanıyorsa o anlama gelir. Bir zamanlar Çin’de kırmızı trafik ışıkları “geç” anlamına geliyormuş. Neresinden tartışabilirsiniz ki?
Punk’ı tanımlamaya çalışmaktan vazgeçtiğim sıralarda İslam’ı tanımlamaktan da vazgeçtim. İkisi sandığınız kadar ayrı değil. Her ikisi de muazzam hakikat ve canlılık patlamaları içerisinde başlamış ama görünüşe göre yolda bir şeyler yitirmişler – belki de dünyanın asla böyle pozitif bir güç ve öfke görmediğini ve de görmeyeceğini bilmekten gelen enerjiyi. Her ikisi de satılmışlardan ve ikiyüzlülerden çok çekmiş ama yaratıcı dürtüleri ve adanmışlıkları tarafından sakatlanan gerçek müminlerden de çekmiş. Her ikisi de dışarıdan tek ve yekpare cemaatler gibi görünüyor ki aslında bu gerçeğin yanından bile geçmiyor.
Daha sayabilirim ama en önemli benzerlik yukarıda Punk için ifade ettiğim gibi İslam’ın kendisinin de bir bayrak olması; şeyleri değil düşünceleri temsil eden açık bir sembol. Punk’ı ya da İslam’ı ele avuca sığdıramazsınız. O halde sizin onlara yüklediğinizin dışında ne gibi bir anlamları olabilir ki?”
Michael Muhammad Knight, Autonomedia, TAQWACORES, (syf. 6-7)
sanırım 3-4 sene önceydi imam mayıskitabı getirmiş ve bizlere okumak için çevirmişti.
o zamanlar kendi stüdyomuzda bulabildiğimiz her türlü kimyasalı vs yi alıp taqwacore dan metinler okur ve üzerine müzik döşerdik.
ne teki imamın çevirisinin bir bölümü underground poetix dergisince yayımlanmış ve kerem koç unda grup ve aksiyonları üzerine uzun bir metni gene underground poetix de yayımlanmıştı…
İmam & Adahan, çok teşekkürler yorumlarınız, bilgiler & pasaj için, meczupların sesinin duyulmuş olması çok cesaret verici, kadıköy tekkelerden alamut’a & edessa’ya ulaşsın fırtına 🙂
bu arada kerem koç’a çok selam, tuhaf uzak zamanlarda üçüncü sayfalarda az demlenmemiştik 🙂