Pınar Selek’in Son Klibi
Pınar Selek’in son klibini gördünüz mü? Manken mi ki? İsmini hep duyuyorum daha izleyemedim… Böyle bir insan yaşıyor bu ülkede. Pınar Selek… Kim ki? Adını her duyduğumda bunun yine kötü bir haber olduğunu bilerek anlık karın kasılmalarıyla ilgisiz kalmaya çalışıyorum. Beceremiyorum.
Pınar Selek bir magazin figürü değil. Manken olacaksa da bu ülkedeki hukuk katliamının en iyi teşhircisi olurdu herhalde. Ona biçilen kıyafet işkence, yıldırma ve hukuk katliamı desenleriyle süslü. Ama Pınar Selek bu kıyafeti bütün zarafetiyle sergilerken ortaya çıkan utanç resmi hepimizin utancı. Bütün masumiyeti ve haklılığıyla dimdik durduğu resim bende bu ülkeden çektirip arkama bakmadan gitme hissiyat yaratıyor. Ama o gitmiyor ve mücadele ediyor. Ben de kalmalıyım. Ve onu yalnız bırakmamalıyım. İşlemediği bir suçun uydurma delilleriyle defalarca yargılanan ve yine 9 Şubat’ta yargılanacak olan insan Pınar Selek. 13 yıldır hayatı zindana dönen, bir hiç uğruna 2,5 yıl hapis yatan insan Pınar Selek.
Bir gün gözaltına alınıyorsun. Sosyologsun. Yaptığın araştırmayla ilgili görüştüğün insanların isimlerini istiyor polis. Travestilerle, sokak çocuklarıyla, şiddet mağduru kadınlarla, kürtlerle çalışıyorsun. Ötekilerle. Vermiyorsun kimsenin ismini. Ötekileri görünür kılmaya çalışmışsın hep. Gözden kaçırılanı toplumun gözüne gözüne sokmak istemişsin. 1998 yılında Kürtlerle ilgili bir araştırma yapmaya kalkmışsın. Haddine mi? Devlet mekanizması seni cezalandırmaya karar vermiş bir kere. Polis de vermiş bünyeye işkenceyi. Sonra bir gün Mısır Çarşısı’nda bir patlama olmuş. Biz bunu Pınar Selek’in üstüne atalım demişler. Beraat etse de bu ablayı kriminalize ederiz. Atarız çamurumuzu kendi uğraşır. Ders olur ona ve onun gibilere demişler. İşkence altında ifadesi alınan şahitlerin ifadesinden başka kanıt olmadan yargılamışlar Pınar Selek’i. Sonra bir daha ve bir daha ve bir daha yargılamışlar. Şimdi 9 Şubat’ta bir daha yargılıyorlar. Bu kafkavari kabusun tanığısın. Çünkü bu ülkede yaşıyorsun. Bu ülkede yaşamanın utancını taşımak ağır mı geldi. Yum gözlerini. Ben sana bulacağım bir Pınar. Söz bu sefer bir popçu olacak.
“Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik yapmakla suçlanırsın. Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına adamış bir insansan, boynuna, içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası asılır. Ya da bir anti militarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin. Yani bir odağın üzerine yürürken, kendinle uğraşmaya başlarsın. Suçlamalar sürekli tekrarlanır, tekrarlanır… Bunlar iddia biçiminde de verilse, çamur izini bırakır ve herkes sana baktığında bu suçlamaları hatırlar. Artık sen asla eski kimliğini sürdüremezsin. Bir düşünce suçlusu değilsindir. Barış suçlusu da ilan edilmezsin. Savaş örgütü, seni terörize eder ve yeni bir kimlikle milyonların karşısına çıkarır.”
Sosyoloji çalışmalarını sokak çocukları, travestiler gibi toplumun dışlanan kesimleri, iktidar mekanizmasının üretim yöntemleri ve barış mücadelesi gibi özel konulara yoğunlaştıran ve bilimsel çalışmalarını aktivist faaliyetlerle de perçinleyen Pınar Selek’in hedef olarak seçilmesi süreci 1997’da Kürt sorunu ile ilgili araştırması ile başladı. Savaş koşullarını ve neden bir türlü barışılamadığını anlamak ve anlatmak üzere konunun muhataplarıyla görüşmesi, dönemin koşullarında cesur ama bir o kadar da tehlikeli bir adımdı. Bu süreçte 11 Temmuz 1998’de Emniyet Müdürlüğü’nce gözaltına alınan Pınar Selek, görüştüğü kişilerin isimlerini vermediği için ağır işkence gördü ve araştırmasına el kondu. Pınar Selek aleyhine içeriği doğru olmayan sahte tutanaklar düzenlendi. Tutanaklarda, kendisi gözaltına alınmadan önce imha edilen patlayıcı ve malzemeler, sokak çocukları için kurduğu atölyede bulunmuş gibi yansıtıldı. Çeşitli komploların, “andıç” ların gündeme geldiği 1998 döneminin konjonktüründe kurban olarak seçilen Pınar Selek, önce; konuya eğilecek tüm araştırmacılara ve aydınlara gözdağı vermenin sembolü haline getirildi. Pınar Selek’in tahliye olduktan sonra da geri çekilmeyip barış faaliyetlerine, kadın hareketine ve bilimsel çalışmalarına ağırlık vermesi ise tehdit, saldırı ve mahkeme sürecinin uzatılması üzerinden yürütülen komployu pekiştirdi.
Pınar Selek için “örgüte yardım ve yataklık” tan açılan ilk dava ile ilgili, sokak çocukları atölyesinde bulunduğu iddia edilen patlayıcıların daha önceden polisin elinde olduğu, sahte belge düzenlendiği, olay yeri inceleme raporunun tarihiyle ortaya çıktı. Ancak bu kez de Ümraniye Cezaevi’nde tutukluyken, bir buçuk ay önce meydana gelmiş Mısır Çarşısı Patlaması ile ilişkilendirildiğini televizyon ekranlarından öğrendi. Komplo büyüyerek devam ediyordu.
Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamadan hemen sonra hazırlanan 13 ve 14 Temmuz 1998 tarihli Polis Olay Yeri İnceleme tutanakları ve Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü Ekspertiz Raporu’nda “Bombaya ait herhangi bir bulgu yok” dendi. Suçlamaya tek dayanak olarak Abdülmecit Öztürk adlı bir kişinin “Mısır Çarşısı’na Pınar Selek ile bomba koyduk” şeklindeki polis ifadesi gösterildi. 22 Aralık 1998’de Öztürk ve Selek hakkında Mısır Çarşısı’na bomba koymaktan açılan davanın duruşmasında Abdülmecit Öztürk ve diğer sanıklar, ağır işkence gördüklerini, Pınar Selek’i tanımadıklarını açıkladılar.Bu arada Mahkemenin tayin ettiği üç uzman profesörün raporunda da patlamanın kesinlikle bomba değil, tüp gaz kaçağından olduğu 21 Aralık 2000’da tescil edildi.
Yerel Mahkeme, 2,5 yıl sonra 22 Aralık 2000 tarihinde Pınar Selek’in tahliyesine karar verdi. Tahliye üzerine dönemin İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü, bu tahliyeden rahatsızlıklarını belirten 19.04.2001 tarihli bir yazıyı Mahkemeye yolladılar. Aynı kurumlar bu yazıyla birlikte, davanın tarafı olmadıkları ve Mahkemenin de bir talebi bulunmadığı halde, patlamadan yaklaşık 3 yıl geçtikten sonra “patlama bombadan kaynaklanmıştır” şeklindeki imzasız ve tarihsiz yeni bir raporun dosyaya girmesini sağlayarak Mahkemeden yeniden bilirkişiye gitmesini istediler. Mahkeme, her ne kadar raporu yasal delil olarak kabul etmese de, bu kurumların talebi doğrultusunda yeniden bilirkişiye gitti. Bu noktada da yargının bağımsızlığı ilkesine açıkça müdahale edilmiş oldu.
08.06.2006’da İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Pınar Selek hakkında Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin “ceza verilmesine gerektirir kesin ve inandırıcı delilin elde edilemediğine” dair ilk beraat kararını açıkladı. Bu karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 17.04.2007 tarihinde “hüküm kurulmadığı” gerekçesiyle bozuldu.Yeniden yapılan yargılama sonucunda mahkeme kararında, Pınar’la ile ilgili örgüt üyesi olduğuna dair iddiaları da inandırıcı bulunmadı. Böylelikle Pınar Selek ikinci kez beraat etti. 9 Şubat 2010’da Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) 17’ye karşı 6 oyla, Yargıtay Başsavcısı’nın itirazını reddederek Pınar Selek için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi.
Gelinen noktada Pınar Selek iki kez beraat ettiği davadan 9 Şubat 2011’de İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargıyla karşı karşıya gelecek. Bu noktada yerel mahkeme öncelikle bozma kararına ilişkin tavrını açıklayacak. Kamuoyunun tüm beklentisi mahkemenin beraat kararında direnmesi ve geç kalınmış adaletin nihai olarak tecelli edebilmesi yönünde. Bu arada Berlin’deki Überleben İşkence Kurbanları için Tedavi Merkezi de Ağustos 2010 tarihinde hazırladığı özel bir bilirkişi raporuyla Pınar Selek’in gözaltı süresince gördüğü işkence ve bu sürecin bıraktığı etkileri resmen tescil etti.
9 Şubat saat 10:30’da Beşiktaş adliyesinde Pınar Selek davası tekrar görülecek. Destek vermek bu ülkenin utanç tarihine tanıklık etmek için orada olmayı önemli buluyorum. Aynı gün Avrupalı parlamenterler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve yabancı gözlemci avukatlar mahkeme öncesi basın açıklaması yapacak. Peki sen 9 şubat’ta nerede olacaksın? Gelemeseniz de yazınızla, haberinizle, programınızla, sanatınızla, hukukçuluğunuzla, biliminizle, çevrenizi etkileme gücünüzle müdahil olun. Ama olun.
PINAR SELEK KİMDİR?
Sosyolog, araştırmacı, yazar. 1971’de İstanbul ‘da doğdu. Notre Dame De Sion Lisesi’den sonra 1996’da Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümünü Babiali’den İkitelli’ye, Mürekkep Kokusu’ndan Plazalara başlıklı teziyle, birincilikle bitirdi. Aynı üniversitede sosyoloji yüksek lisansını tamamladı. Fransa’da Sophiantipolis UDEL Üniversitesi’nde ekonomi-politik dersleri aldı. Üniversite yıllarında sokak çocukları, seks işçileri, Romanlar ve eşcinsellere ilişkin çalışmalarıyla dikkati çekti. Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi kurucularından olan Selek, barış mücadelesi, antimilitarizm, insan haklarıyla ilgili çalışan birçok STK ve harekete destek vermekte ve Amargi Feminist Teori Dergisi editörlüğünü yapmaktadır.
Selek’in EZLN Zapatist hareketin bildirileri ve Marcos’un mektuplarından oluşan Ya Basta! Artık Yeter adlı çeviri/derleme çalışması 1996’da Belge Yayınları’ndan çıktı. Ülker Sokak’ta travesti ve transseksüellerin dışlanmasını konu alan Maskeler, Süvariler, Gacılar adlı araştırması 2001’de Aykırı Yayınları’ndan; barış mücadelesinin ve sol muhalefetin yaşadığı sorunların ele alındığı Barışamadık 2004’te İthaki Yayınları’ndan basıldı. 2008’de İletişim Yayınları’ndan çıkan ve erkekliğin iktidar aracı olarak oluşumunda askerlik hizmetinin rolünü inceleyen Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitabı Zum Mann Gehätschelt, Zum Mann Gedrillt başlığıyla 2010’da Orlanda Yayınevi tarafından Almanca olarak yayımlandı. Pınar Selek’in ayrıca Su Damlası (2008,Özyürek Yayınları), Siyah Pelerinli Kız (2009, Şahmaran Yayınları) ve Yeşil Kız (2010, Özyürek Yayınları) başlıklı üç de masal kitabı bulunmaktadır. Pen Dünya Yazarlar Birliği’nin bursuyla, Almanya’da kitap çalışmalarını sürdürmekte olan Pınar Selek halen Strasbourg Üniversitesi’nde “Sciences Politiques” alanında doktora çalışmasını sürdürmektedir.