veeee karşınızda klarnetiyle woody allen!
Önce çalma tuşuna bas sevgili prenses.
Woody allen. Asıl adıyla Allan Stewart Konisberg. Benim içinse Woody Amca. Oldum olası sevmişimdir bu adamı. Yaptığı filmleri düzenli olarak gittiğim bir kafede sipariş ettiğim tatlıya benzetirim hep.. Hem merakla hem de tereddütle beklerim. “Ya sevmezsem, ya bu sefer kötüyse?”
Ama hayır o asla şaşırtmaz insanı. Bu New York aşığı adam hiç bir zaman hayal kırıklığı yaratmaz insanda. Ama Woody Allen Jim Carey gibidir, ya seversin ya da hiç haz etmezsin. Evet, ben seven taraftayım. Ama zordur Woody Allen filmleri izlemek, hele de daha önce hiç izlememiş bir arkadaşınla birlikte izlemek. Sana komik gelen yerde gülmez genelde, “Bende bir sorun var sanırım.” deyip tek başına izlenecek yönetmenler listesine bir numaradan giriş yapar kendileri.
Bu film eleştirileri, beğenmek, beğenmemek işleri göreceli durumlar tabii. O yüzden hiç giresim yok bu konulara.
Bugün internette gezinirken bi arkadaşımın bloğuna bakasım geldi, Halide Edip Adıvar, Peyami Safa gibi yazarların hayranıdır bu arkadaşım. Çok da güzel müzikler dinler her zaman. Birden karşıma Sonny Rollins’in elinde saksofonunu havaya (belki de güneşe ya da aya doğru) tuttuğu bir fotoğrafı çıktı. İçimden bir ses “Abi, çok güzel bi caz gider şimdi bu yazılara.” dedi ve her caz dinleyesim geldiğinde elimin ilk gittiği albümün bastım çalma tuşuna (blog okuma işi de yalan oldu gördüğünüz gibi).
Albümümüz Woody Amca’dan. Aaa Woddy Allen’ın albümü mü varmış? Olmaz mı? Adı da: Wild Man Blues.
Bu huysuz, çoğu zaman çekilmez (muhtemelen kendisi de kendisine dayanamıyor) kontrol manyağı, deli amcamız şahane klarnet çalıyor aslında. Filmlerinden de anladığımız üzere caz müziğini de çokça seviyor. Hatta Woody Amca bu takma adını da efsane bir klarnetçiden almış aslında; Woody Herman. E durur mu Woody Amca, 1997’de albümle aynı isimde bir filmin yapımcılığını üstlenmiş. Film Woody Allen ve grubu New Orleans Jazz Band’in 1996’da yaptıkları avrupa turnesi hakkında bir belgesel.
Filmin yönetmeni Barbara Kopple aslında genelde politik filmleriyle bilinen birisi. Oscar ödüllü belgeseli Harlan Country USA (Amerika’daki madencilerin Kentucky’deki greviyle ilgili) ve The American Dream (Minnesota’daki meat packersların eylemleriyle ilgili) iki belgeseli var. Bunca aktivistliğin arasına bir de caz ile ilgili bir belgesel sıkıştırmış olması biz izleyiciler adına pek şahane olmuş.
Woody Allen için caz çocukken radyoda duyduğu müzikler demek.. Yani big band müziği, yani baya kalabalık orkestralar eşliğinde yapılan, genelde de swing icra edilen müzikler. Count Basie, Benny Goodman, Artie Shaw, Glen Miller yani.. Allen’a sorsanız; “Dünyaya tekrar gelsem ve ne olacağımı seçme şansım olsa müzisyen olurdum.” diyor. Aslında o kadar da iyi çaldığını düşünmüyor bir yandan; “İnsanlar beni neden dinlemeye geliyorlar anlamıyorum.” diye de yakınıyor (bunu klasik wood allen güvensizliğine havale ediyoruz hemen). Klarnette hala bir acemi olduğunu düşünüyor, nota okumayı bilmiyor; “Charlie Parker gibi çalmak yetenek ister ama ben hep New Orleans’lı ayakkabı boyacılarının, hamalların eve gittiklerinde çaldıkları basit ezgili blues gibi klarnet çaldım.” diyor.
Grup klasik New Orleans cazı üzerine yoğunlaşmış. İki albümleri var, 1993 çıkışlı The Bunk Project ve 1997 çıkışlı Wild Man Blues. Türkiye’ye de uğradılar sağolsunlar 2006 yılında, fakat sevgili organizatörlerimizin biçtiği fiyatlar sayesinde konsere gitmek pek mümkün olmamıştı, zaten satışa çıktıktan 6 saat sonra da tükenmişti biletler.
Woody Amca zaman içinde bir sürü badireler atlattı. 12 senelik eşi Mia Forrow tarafından sübyancılıkla suçlandı, evlatlık olarak aldığı fakat daha sonra aşık olduğu Soon-Yi Previn ile evlenince ahlaki değerleri sorgulandı. Fakat tüm bu dertler arasında klarnetini elinden bırakmadı, 30 senedir her pazartesi akşamı çok sevdiği Manhattan’da çalmaya devam etti.
Ben öyle kocaman kocaman anlamam cazdan falan. Ama modern caz denen şey olmadığı sürece dinlemek de pek keyifli gelir. Bu albümde Woody Amca klarnetini bir hüzünlü çalıyor sanki. Onu Manhattan’daki o eskiden çaldığı, neredeyse kendisi kadar ünlü olmuş fakat artık kapanan Michael’s Pub’da (The Carlyle diye bir otelde çalıyorlar artık, 110 doları verirseniz yanında da yemek yeme şartıyla bu ana tanık olabilirsiniz) hayal ediyorum. 90 – 100 kişilik hafif loş bir mekandır herhalde.. İçerde masalarına oturmuş sakince bu minik adamı izleyen insanlar ve huzurlu bir caz. Insan bir pazartesi akşamı için daha ne ister ki..
klarnetiyle 🙂
sağol gülşah. hiç farketmemişiz. düzelttim. 🙂