bir VARmış, bir YOKmuş
Brüksel’deki eski mahallemden komşum, tanıdığım, bildiğim, güler yüzlü, 27-28 yaşlarında Libya’lı bir gençti Omar. Ailesini Libya’da bırakıp Belçika’ya 15 yıl önce siyasi mülteci olarak kaçmasının sebebi ailecek Kaddafi karşıtı direniş içinde olmaları ve abisinin Kaddafi’nin fedaileri tarafından öldürülmesiydi. Son 5 yıldır, mülteci haklarının sınırlı olması sebebiylen Libya’ya gidip ailesini göremeyen Omar, Şubat ayı başında -Libya’daki kıyamet kopmadan önce- ailesini ziyaret etme hakkı kazanıp Brüksel’deki eşine dostuna “ben evlenmeye gidiyorum” bahanesini uydurarak, iki ay içinde geri geleceğini söyler ve Libya’ya gider. Bundan üç hafta önce de 4 diğer Libya’lıyla (bir tanesi erkek kardeşi) birlikte bir taksi içinde Tunus sınırından Libya’yı terk etmek isterken, sınır kapısından 3-5 metre önce Kaddafi’nin fedaileri tarafından durdurulan taksi içinden indirilir, üstü arandığında -şu anda NATO dahilinde Libya’yı bombalamakta olan ülkelerden biri olan- Belçika pasaportu bulunur ve iki saniye içinde kafasına sıkılan kurşunla aramızdan ayrılır.
Off mektuba ani aksiyonla girdim Prenses, dur başa alalım hemen:
Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde uçsuz bucaksız Brüksel’de Omar adında bir genç yaşarmış Prenses. Ben Omar’i ortak bir arkadaşımızın 4 yaşındaki kızı Zaule sayesinde tanıdım. Bu ortak arkadaşımızın çalıştığı günlerde bazen ben göz kulak olurdum Zaule’ye, bazen de Omar. Bilmiyordum, Zaule anlattı kendisiyle geçirdiğimiz günlerden birinde mahallede turlarken. Tutturdu illa da Omar’a uğrayalım, harika birisi diye. Kendisiyle öyle tanıştım, hikayesini hiç bir zaman anlatmadı. Arkadaşları ve komşuları olarak gerçek hikayeyi öğrenmemizin gerekçesi öldürülmüş olmasıydı. Ve maalesef kendi ağzından dinleyemedik…
Bundan 15 sene evvel abisinin Kaddafi’nin özel askerleri tarafından, rejim karşıtı olduğu gerekçesiyle öldürülmesinden sonra Belçika’ya politik ilticada bulunan Omar’in muhtemelen kendisine doğrultulan silahın ve kafasına sıkılan merminin Belçika’lı büyük silah üreticisi FN’e ait olduğundan haberi yoktu. Efendim, bu Belçika acayip bir memleket. Yıllardır bir türlü merkezi bir hükümet kurulamaması sebebiylen medya ve sivil organlarda görece bir şeffaflık ve demokrasi gözlenebiliyor. Şöyle ki Fransız kantonunun en büyük gazetesi Le Soir, yine Fransız kantonuna ait FN Harstel şirketinin Kaddafi sülalesini yıllardır silahladığı skandalını baş sayfadan verebiliyor.
Amerika liderliğinde her zamanki “demokrasi getirme” ağzıyla Libya’ya dalan NATO ve yine aynı ağızla daha şefkatli görünen Avrupa Birliği ülkelerinin bir yandan NATO dahilinde top, tüfek sivil savaşa dahil olması, diğer yandan da insani yardım götürmesi riyakarlığının arkasında esasında otoriteryen bir manyağı yıllardır silahlama hikayesi var anlayacağın Prenses. Le Soir gazetesinin 2009’dan beri peşini bırakmadığı ve derin araştırmalarla bulup anında paylaştığı gerçekler şöyle: dünyanın bir numaralı “hafif” silah üreticisi FN Harstel firması 2008 yılı Temmuz ayında Kaddafi’nin 32’nci askeri taburuna 400 adet F2000 saldırı tüfeği, 367 adet tabanca ile P90 makineli tüfeği, 22,000 adetten fazla top mermisi ve 1,134 adet havantopu cephaneliği göndermiş. Tabi ki babasının hayrına değil, 5.3 milyon Euro’luk bir kontrat karşılığında. Bu kadarıyla bitse yine bir derece dersin Prenses, aradan 3 yıl geçmiş, hadi bir hataydı filan diyebilirsin. Amma ve lakin 2009 Haziran’ında Belçika’daki bölgesel seçim sonuçlarının belli olmasının hemen ertesi günü Fransız kantonunun başkan yardımcısı olarak bir kez daha seçilen Rudy Demotte, kolları sıvayıp FN şirketinin Kaddafi’ye silah ihraç etmesi iznini veren 5 yeni lisans çıkarttırır. Bu 5 yeni lisans, Belçika’nın Fransız kantonuna üzerinden kanlar damlayan 11,516 milyon Euro’luk bir kontrat şeklinde geri dönecektir. Şimdi dedim ya Prenses, bu ülkede bir türlü merkezi hükümet kuramıyorlar diye, işte bunun nedeni Valon (Fransız kantonu) tarafıyla Flemenk (Flaman kantonu) tarafı arasında yıllardır bitmek bilmeyen bir sidik yarışı olması. Istanbul kadar memleketi paylaşamıyorlar anlayacağın. Tabi yüzeyde bu sidik yarışı dil, kültür, tarih vesaire sebebiylen görünse de esasında yine para. Yani Rudy Demotte amca seçim sonuçlarının açıklanmasının ertesi günü FN firması için bu silah satış lisanslarını çıkarttırdığında muhtemelen ayna karşısına geçip “Güç bende artıııkkk!” diye zafer nağaralari attı.
Ne diyorduk, Omar’cık…. Olan Omar ve onun gibi özgürce ve barış içinde yaşamak isteyenlere oldu. Başta anlattığım Omar hikayesine şimdi tekrar bakalım hadi Prenses. Bu sefer dikkatimizi Omar’a değil de Belçika’ya verelim.
1996 yılında can havliyle Kaddafi’den kaçan Libya’lı Omar’a politik iltica izni vermiş olan Belçika devleti, yıllardır aslında bir ülkenin başından inmeyen bu manyak Gestapo’ya silah ve cephanelik satmaktadır. 2011 yılı Şubat ayında, bölgedeki diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi Libya’da da halk ayaklanıp, otoriteryen bu rejimi devirmek isteyince Omar haberi alır ve ne pahasına olursa olsun ailesi ve sevdikleriyle birlikte olmak için, bir cebinde Belçika pasaportu, diğer cebinde Libya kimliğiyle geri döner. Bir buçuk ay kadar direniş sürer. Libya ordusu askerleri saf değiştirip halkın yanına kaymaya başlar. Kaddafi her türlü yolu kullanarak direnişe katılan halkı katletmeye devam eder. Içinde Belçika’nın da olduğu NATO dahili bir sürü devlet, son model askeri araç gereçleriyle “demokrasi” getirmek için bu katliamı desteklercesine ülkeye dalar. Artık savaşın tarafları değiştiğinden ve direnişçilerin kime direneceğine karar verememesinden dolayı az hasarlı zafer umutları azalır. Omar da cebinde taşıdığı Belçika pasaportunun dakika itibariyle kendine karşı kullanılacağını anlar ve yine can havliyle yanındaki 4 kisiyle birlikte ülkeden çıkmak ister. Çıkar ayak Kaddafi’ni fedaileri tarafından üstü aranır ve Belçika pasaportu bulunduğu anda, Belçika mahsulü bir silah ile Libya’lı biri tarafından öldürülür.
“Bir yerlerde bir yanlışlık var amaaa…” dediğini duyar gibiyim Prenses. Bu yanlışlık maalesef yüzyıllardır devam ediyor. Kanla beslenen diktatörler, para ve petrol uğruna çıkan savaşlar, sebepsiz ölen canlılar… Omar’in öldüğünü duyunca kafamdan kaynar sular döküldü ve birden kendimi Omar’in eski evinde yaklaşık 15 kişilik bir eş, dost, komşu ortamında “ne yapmak lazım?” diye yüzüme bakan üzgün, şaşkın, korkmuş gözlerin karşısında buldum. Önce dedik ki hemen mobilize olalım, ses çıkartalım, Belçika Savunma Bakanlığı önünde yüzlerce kisiyle Omar’in yasını tutalım, savaşın anlamsızlığını gösterelim. Sonra fark ettik ki durum göründüğünden karışık; zira Omar’ın tüm ailesi hala Libya’da ve hala can pahasıyla yaşamını sürdürmeye çalışmakta. Bizim burada Omar’in adı, soyadı ve fotoğrafıyla sokağa çıkmamız, öteki tarafta daha büyük acılara sebep verebilir. Bu üzüntüyü, kızgınlığı sokakta bağıramamak benim içime çok fena oturdu Prenses. Aklıma iki buçuk sene önce Yunanistan’da polis tarafından öldürülen 16 yasındaki genç, Alexis geldi. Bu çocuğun öldürülmesinden sonra milyonlarca kişi tüm dünyada sokağa taşındı, sanki bir devrim havası esti. Ee şimdi her gün Omar gibi bir sürü genç, şiddete ve bastırılmaya direndiği gerekçesiyle öldürülmekte ve biz acımızı, korkumuzu, hüznümüzü istediğimiz gibi bağıramıyoruz çünkü hayatlar pamuk ipliğine bağlı az biraz uzağımızda.
Senle savaşın bu en insani, en saf halini kendime dokunduğunca paylaşmak istedim. Eminim ki Omar bu şekilde öldürülen ne tek kisi, ne de son. Eğer sen de buna benzer savaşın insani tanıklık hikayelerini biliyorsan, lütfen benle paylaş. Moral bozucu olsa da bu saçmalıklar yüzünden kokunc şekillerde öldürülenlerin ruhlarının ancak hikayeleri duyuldukça huzura kavuşacağına inanıyorum.
Iyi yolculuklar Omar! عمر رحلة سعيدة !