Ben eylemin doğrudanını severim…
Sevgili prenses,
Hiç durgun bir suya taş atıp dalgaları seyrettin mi? Attığın taş minicik bir çakıl parşası da olsa dalgalar tek bir noktadan başlayıp genişleyerek yollarına devam ederler. Kıyıya ulaşıncaya kadar… Sonra o çakıl gözden kaybolsa da yitip gitmemiştir aslında. Suyun dibinde bir yer tutmaktadır artık. Üstelik aynı çakılı karlı bir yamaçtan salıverirsen, ne olduğunu anlamadan kocaman bir çığa dönüşür, saraylarının üzerine çöküverir. Söylemedi deme dikkat et şu minik çakıl taşlarına…
Çakıl taşları falan dedik ama mevzu büyük. Memleketin bir türlü ders almayan nükleer sevdası. Hem de ne ders almamak! İptal edilen son ihalenin 2 milyon dolara mal olması bir yanda, ihaleye giren yegane şirketin 14centten (normalden 5kat daha pahalı) başlayan fiyatlarla sana elektrik satmayı planlaması bir yanda. Çernobil ve hala radyasyonun etkilerini yaşayan insanlar bir yanda, çözümsüz nükleer atıklar ve silahlar bir yanda.. Şöyle bir tabloya bakınca, tekdirle uslanmayanın hakkı kötekdir diyesim gelse de umutluyum birilerinin birşeyleri anlayacağından. Çünkü benim gibi umutlu insanlar, üşenmeden, ertelemeden, unutmadan ve vazgeçmeden ses çıkarmaya devam ediyorlar.
.
Bakınız geçen hafta AKP grup toplantısına giren Aslı Olcay. Kötek yerine küçük bir el pankartıyla nükleer inadından vazgeç diyen Aslı, içeridekileri çok korkutmuş olsa gerek ki 10 tane siyah giyen adam üstüne çullanıp ağzını kapatmaya çalıştılar. Ama güçleri, bu ufak tefek kızın, nükleerin ölümcüllüğünü, pahalılığını ve kendisinin de barışcıl biz kız olduğunu söylemesini engelleyemedi.
Dedim ya çığ bir kere başladı mı önüne çıkanı alıp götürmeden durmaz. Bu hafta aynı mekanda farklı insanların sesleri yükseldi. Bu kez siyah giyen adamlar, hep beraber Gülşah Gözek’i susturmaya çalışırken, Bahadır Rıza Çam pankartını meclis salonunun balkonundan, başbakanın gördüğünden emin oluncaya kadar salladı. Öyle kararlıydı ki duruşu, 13. Mersin milletvekili olarak anılmasına şaşmamak gerekir.
Şimdi bu güzel arkadaşlar seslerini duyururken, birkez daha yurdumun bir gerçeğiyle yüzleşmiş olduk. Meclis, torunlarımızın bile geleceğini ektileyecek kararlar verme çabasındayken, üstüne üstlük bunu yasadışı ve kar amaçlı ihalelerle yapmaya çalışırken, insanların seslerini duyurmalarını ve bunun için barışçıl doğrudan eylem yolunu seçmelerini garipseyen, buna sinirlenen bir başbakana sahibiz. Keza paçavra olarak nitelediği, okuması ve anlaması gereken pankartlarda, kitlelerin düşünceleri yazıyordu. “Mersin ve Sinop nükleer istemiyor” ve “Nükleer şeytana uyma” mesajlarını anlamak zor olmasa gerek.
Uzun saçlı, kot pantolonlusundan, takım elbiseli doktoruna kadar çeşit çeşit insan sokakları boyamaktan, meclisin kapısını çalmaya kadar çeşit çeşit yöntemi uyguluyor. Bu insanlar bazen paçavralarıyla, bazen imzalarıyla ama her zaman sarsılmayan ruhlarıyla yaşamlarının sorumluluğunu alıyor. Ama birileri, onları sorumsuzluk ve bilgisizlikle suçlayıp mesajları örtbas etmeye çabalıyor. Bu arada başbakan da aktivisti öcü sanıyor. Sağlıklı bir demokraside insanların barışcıl yollarla seslerini duyurmalarından doğal ne olabilir ki ? Peki mesaj yerine ulaştı mı? Yerinin gözüne gözüne ulaştı ama gözünün gerisine ne kadar ulaştı onu zaman gösterecek sanırım.
Ou-san